İzzeti ikramı günün, geceyi
derlediğim kadar gün ışığında sessizliğimi de b/ölüyorum kalemin nazıyla nur
saçtığı akıyla.
Ölümsüzlüğü diliyorum bazen
Nasıl da yorgun bir o kadar müptelası
olduğum ömrün
Kehanet erbabı sisinde kaybolmak
kadar mümkün şehrin
Müdavimi iken dik yokuşların
Sektiğim Arnavut kaldırımları
kedilerin mezarı mı yoksa?
Düşse bile başının üstüne
Yaratan nasıl da dokuz can vermiş her
birine.
Sökün eden sözcükler
Radarına takılı hayatın
Redifler ve cinas kafiyeler
Ne uyruğu var mevsimin ne de ırkı
yalnızlığın
Beti benzi atmış bir kere sevdalı
şehrin
Ne de olsa tapusu şairde saklı.
Hür sesi hayallerin
Salgına özenen şiirlerin
Kafiyesi ve dizeleri
Diz dize şairin hüznüyle
Ölüm öncesi doğum sonrası katlanan
acı ve mutluluk
Doğanın dengesinde saklı nutuk atan
kalemin nüktesi
Hem unutulmuşluğun bağdaş kurduğu
Hem de kuruntuların yok olduğu
O coğrafya ki şairin içinde saklı
Cebbar gölgeler belki de telli
duvaklı
Bir yalnızlığın resmini çiziyor şair
Küpesi kulağında delikanlı adamın
Mintanı diz boyu güzelliğin ta
kendisi kadının
Adam boyu ve de hüzün
Elden gelmeyen ne ise sinmeden evrene
Sindirip de acıları
Bıçkın rüzgârın bıçak gibi doğradığı
Satırlar efsunlu
Şair yufka yürekli
Şiar edindiği umut ve nice hayali
Sunmuş bir kere Rabbi
Sevginin de mihenk taşı büyüttüğü
yüreğinde
Boyundan büyük de sevdi mi şair
Nazı niyazı eşlik eder ufacık
cüssesine
Ne inkârı mümkün ne itirafı bazen
aşkın
İdamesi özlem olsa da koruduğu kadar içindir
hayatın
Nüktedan bir sözcükten doğan ilham
Eteklerinden dökülen taşların billur
mısralara büründüğü
Ne yoksun ne de umurunda yalnızlık
Sevecen kalemin titridir gezindiği
kadar da İstanbul denen
Yaralı şehrin
Sokaklarında saklı binlerce duygu
Nüksederken şairin kalbinden ulaştığı
Kadar evrene
Ufku da umudu da aşkı kadar taşkın…