Sığınağımsın hatta ve hatta içimden
taşanları bir bir yığdığım nazlı bir semazensin sen ve sevecen iklimde saklı
tutulası aşkın ve isyanın ta kendisi.
Bir mozaik olduğum aşikar.
Minyatür bir kaleyim ben.
Perde arkasında hayali arkadaşlarımın
yaşadığı çocukluğumun ilk aklıma takılı evresinde saklı bir hayal ürününden
ötesi değilsin belki de.
Yaşadığın kadar bana yaşattıkların…
Yaşadığım kadar da ruhumun yeşerdiği.
Yaşlı bir zeminde saklı yaslı bir
nilüferim belki de ve ben artık bir gül olmayı reddediyorum.
Cefasıyla sefasıyla sürdüğüm hayat ve
hala karar veremedim; mezar taşıma ne yazılması gerektiğini: her ne kadar
anlaşılmadığımı iddia etsem de her halükarda anlam olduğumun farkındayım bazı
insanların nezdinde ve tüm sevdiğim insanlar içimi okumuyor sevip seveceğim
kadar ömrümü heba etmiş olsam da sevgiye kendime d/okunma ihtimali ile
çabalıyorum.
Bir minvalde rastladım sana.
Bir mihenk taşısın her ihtimalde.
Soyut bir resim olmayı reddettim gel
gör ki; somut bildiğim her şey anlamını
ve önemini yitirdi.
Delişmen bir rüzgarın hızındayım.
Divane sözcüklerin de budalası
olduğum bir gerçek.
Her ne kadar ben gerçek olsam da
yazdıklarımın neye tekabül ettiğini ben bile bilemezken belki de boş
bırakmalıyım mezar taşımı.
İçimdeki boşlukla örülü bir hoşluk
diliyorum madem evrenden ve içini doldurduğum soru şıklarından bir yol bulursam
eğer bir cevap olmayı da iddia edebilirim lakin soru sormayı bıraktım artık
tıpkı yarı yolda terk edildiğim gibi aşkın da evrelerinde nabzını alamıyorum
artık sözcüklerin ve derin sevgimin elbet kendime olan uzaklığın aslında bir
angarya olduğunun da farkındayım.
Mevsimde saklı diri bir tebessüm.
Mevsimin feri sönse ne ki benim ferim
söndükten sonra?
Al işte bir soru daha sözüm ona
sormayı bıraktığım lakin at koşturan cevap anahtarı illa ki gözüme gözüme
sokuyor bilinmezi ve bilindik her ne/kim varsa artık bir önem taşımıyor ve
kaçacağım bir delik de kalmadı bu saatten sonra.
Hayallerin bitiminde.
Ufkun da yitiminde.
Uğruna çabaladığım ne varsa ben düş
görmeyi de beceremiyorum artık son zamanlarda ve sabırla şükrü katık ettiğim
ömrün bu son dönemecinde yüreğimi ihya eden tek sözcük ulaşmıyor artık benim
yakama ve uzlaşı mahiyetinde iki yakam da bir araya kavuşmuyor ve ben
istikrarla üzülüp acı çekiyorum.
Meali yok günün.
Miadı dolmuş olsa ne ki?
Mecazi bir firar olduğunu biliyorum
artık sözcüklerin ve kulaklarımın uğultusu dinmek bilmiyor.
Duyguların düşüncelere olan
kızgınlığı belki de kırgınlığı.
Hayatımın ilk yarısını mantığa
adamışken bendeniz…
Duygularımı da özgür bıraktığım şu son
on yılım elbet işin içinden çıkamadığım kadar da öylesine bir uçuruma
yuvarlandım ki ben…
Dünde kalmış olmasını dilediğim
uçurumun kıyısından döndüğüm gece ve kalemimin ve de Rabbimin beni terk
etmediği sonra da ha babam aralıksız yazdığım on sene ve varıp varacağımdan
fazlası varmam gereken belki de uzaklaşmam gereken lakin acıyla beslenen ruhuma
ve kalemin de dirayetine saygımdan dolayı acı ve de algı eşiğimde gidip
geliyorum.
Hüzün bir redif mi yoksa bir girift
mi?
Ve de söyleyemediklerim oysaki tüm
gün aralıksız konuşuyorum ve konuşmam gereken ne varsa erteliyorum sadık
olduğum kadar kadere acıma da sadığım ve işte kendimle yüzleşmemde senin de
etkin inanılmaz, sevgili Kafka.
Yazdığın her sayfayı okuma arzusu
taşırken kendi yazdıklarımı bir kere bile okumadan çıkarıyorum görücüye ve işte
kahveye kattığım tuz dilimi yakan ve şeker niyetine şiirler de yazıyorum ne de
olsa kırk yıllık hatırı var kahvenin ve işte yüreğimin bozguna uğradığı o
minval:
Hani, hani, belki yüzlerce fincan
kahve içtiğim evladiyelik dostlarım demek oluyor ki içtiğimiz kahve değil
satılmış sevgilermiş ki satın aldığımın karşılığında sadece para verdiğim ve
sevgimin karşılığında sadece sevgi bulduğuma dair geliştirdiğim inanç üstelik
bir ömür boyu rotamdan sapmadığım ve doğrularımdan ve sevgimden ödün vermediğim
ve de sözümden dönmediğim…
Ve işte yaza yaza tanıdığım insanlar:
yüzünü görmediğim hatta sesini dahi duymadığım ve sen, Kafka: sana mezarında
rahat vermeyen hayalperest bir yazar adayıyım ben: bak ve gör ki; kendimi yazar
unvanı ile eşleştirmiyorum yazdığım bunca şeyin ardından ve sevgiyi telaffuz
eden ve beni yarı yolda bırakan sözde dostlarımın ardından nasıl da yürekten
yüreğe köprüler kurdum okuyucumla ve de senle…
Şakıyan iç sesim.
Bazense şarlayan dış ses.
Neyin ne olduğunu bilemezken yolum
yine sana düştü ve cereyanına kapıldığım bu soğukluğun ertesinde yüreğim
ısınsın diye kendimi yine ve yeniden sayfanın ortasına attım.
Ortaladığım mı yoksa kendi kaleme gol
attığım mı ki ne futboldan anlarım ne de top sektiririm ben sadece sekerim bir
duygudan diğerine ve işte nazımın da niyazımın da sonlanmadığı bir arayış
benimki elbet kendime yüklendiğim kadar yüklemiyim de içimdeki emir erinin ve
aralıksız beynime verdiğim komutlar ve her halükarda uyumsuz addedilebilen bir
resim taslağıyım belki de ben elbet gölgelendiği kadar ruhum ve mutluluk ben
sadece reddediyorum olan biteni ve anlamlandırmaktan öte adlandıramadığım bir
arayış ve ben hala bilemiyorum kendime ne zaman rast geleceğimi…
Yürekleriniz dert görmesin