Düş bilediğim bir öfkedir serzenişin
kıyısına vuran bir düş buketi adeta…
Diş bileyense zalim dişimden
kovuğumdan arda kalan yalnızlığın o sessiz bestesi.
Gün mizaçlı bir gece ise dilediğim
sözcüklerin uçuşan perdesinde saklı gizi içimdeki çocuğa ve emaneti olduğum
Rabbe teslimiyetim.
Devingendi zaman direkler yerden
sökülen.
Dilemması masalların hayat ise
uyduruk bir sitem.
Nazarında eşrafın göz diken kimse
saklı mabedime sözcüklerin şevk ıskaladığım mutluluğu çok gören benliğime…
Belleğim sızarken göğüs kafesimden.
Duyguların gücü ve sessizlik.
Bir rakımdı ki yalnızlık sadece vardı
tek bilen.
Hüzne şerh düşülesi bir ölüm misafir
olmasın yeter ki haneme aşkın gücü ve yüzü suyuna hürmeten baş koyduğum yolda
sevgime ve bana tek sahip çıkan.
Kıyıları dövülen bir adalet.
Teslimiyet ile yüklü bazen bir
cesaret bilip de öne atıldığım esiri olduğum sözcüklerin de yanarken tabanları
baş koyduğum bir Makam varsa yoksa İlahi Adalet.
Cürüm işleyenlerden uzağa kaçtığım el
açmamak adına insanlara içine düşülesi tuzaklardan payıma düşen ne ise sadece
Huda’ya sığındığım taptığım.
Bir curcuna ki hayat.
Bir cümbüş ki sözcüklerden örülü.
Bir ırk ki yalnızlık var olmanın
bedeli.
Ve hiçliğimde saklı sarmalında
yüreğin biçen her gün içimi deştiğim varsın olsun çaresizlik ve yalnızlık.
En muteber duygu.
Alametifarikası ömrün.
Alı al moru mor düşler ördüğüm.
Bil mukabil sevgili Rabbim, Sensin
Sen bana yaşatan cenneti bunca hüznü def edebilmenin mucizevi tınısı ve nice
tevafuk yüklü yeri göğü senden bildiğim senden geldiğim sana koştuğum.
Rozeti kayıp bir gün ve rengi soluk
göğün.
Haznemde saklı iken bıçkın rüzgâr
teşrif eden kara bulutların umudumu gölgelediği.
Meali yok aslında varlığımın ve
sarmalında göğün ben sadece ayaklarım yere bassın diye ayağım altından kayan
zemini bile yok saydığım kadar yok sayıldığımın ertesi sehven ölü bilinmeze
gark eden her duygunun rengini de beyaz bildiğim.
Saf tuttuğum safiyet.
O boşluk ki içine düşülesi.
Hoşluk bildiğim hayatı güttüğüm değil
bilakis görünmezden gelindiğim.
Bir hicret pusu kuran iblise son
darbe.
Bir bir de namzet sözcükler
yalnızlığın kabrinde telaşla ördüğüm mısralar yiten dünüme yattığım uykuya
hasret varlığın Kabil’i bazen kabul görmenin ötesi yokluğun tarhında
ıssızlığıma kol kanat geren melekler ve kaderin hicvi.
Dağınık yatağı ölüm uykusunun
beklerken başucumda.
Devşirme sözcükler pusu kurmuşken
mezar taşıma.
Haizi olduğum ne ki gün ermeden?
Hazzı ömrün aslında bir rivayet mi
ben kavuşmadan Rabbime görecek miyim aslında gün yüzü günsüz seyrinde zamanın
gecenin kıblesine doğan mehtap gibi, yıldız kimliğimden arda kalan geride…
Şimdilerin suskunluğunda…
Hilalin celbinde.
Sonsuzluğun ruhuna okuduğum her dua
ve nutukta…
Tutulan nutkuma ses olan maneviyatın
sarmalında.
Bir eksik bir noksan addedilen
varlığıma dokunan bir el iken muhtaç olduğum ve baştan yaratsın diye Rabbim
beni ve tüm sevdiklerimi, martaval okuyan her kimse devşirdiğim bir yastık
kılıfı gibi başımı tek dayadığım Çınarın dökülen yapraklarıma yeniden hayat
vereceği umuduyla aralıksız sarıldığım kadar dualarıma bir mısra bir hece belki
de b/ölündükçe içimde yatan o tek hece…
Bir özlemse dünüme.
Bir özne ise aşk, annemin benliğinde
saklı yeter ki razı olsun yüce Huda ve eşiğinde ölümün, Araf’ta saklı iken
hidayetim, kavuşmak sadece sonsuzluğa ve huzura acıların da sona ereceği o günü
beklerken yeter ki sıramı savayım dünya denen döngüde bir renkten diğerine
uçuşan berrak yüreğimle bana tek sahip çıkana duyduğum inancın huzurunda,
huzuruna her çıktığımda kabul görmek adına yeter ki rızasına ve hikmetine nail
olayım tüm hiçliğimle, varlığımın da tek teminatı iken niyazımın kabul göreceği
günün umuduyla ve teşvikiyle inancın…