Bir tek düşüm yok benim: bin düşünüp
derlediğim nadide bir düş’ ün eşliğinde çıktığım yolculuğun çıkış kapısı da
yok.
Metruk heceler var melun gölgelerin
peyda olduğu.
Bir ben yok benim içimde birden çoğu
nasiplendiğim.
Bazen kırağı çalan gece bazen kıran
kırana bir dünyadan uzak olma hayali elbet ezelden beridir peşine düştüğüm
hayallerim bazen kambur bazen çukur bazen yanık bir türkü gibi ansızın peyda
olan ve sessizliğin sesi iken içimden sızan.
Manidar kimi gülüş.
Melun kimi bakış.
Muktedir olan Rabbim ve tek bilen O
iken bilinmezin peşinde sürüklenen bir yaprak misali damarlarımda asil kanım
ruhumda saklı asi rüzgârın esintisi ve yüreğim nasıl da taşkın aşkın yoldaşı.
Yüzüm yok artık sevmeye.
Yüzüm yok artık sevilmeyi dilemeye.
Bir yüzüm var benim ikincisi yok ve
üçüncü seçenekte saklı firari yolculuğum.
Bilindik olan her şey yalan/mış meğer
ve bilinmeze sirayet eden gönlüm aşkla pekişen iç sesim ve şah damarımdan yakın
olana düşkünlüğüm.
Ben Allah rızası için baş koydum bu
yola ve yoldan çıkmaya çeyrek kala cezalandırıldığım kadar da aklım başıma
geldi ve aralıksız tövbe ettiğim asla değil yalan.
Siması tanıdık karanlığın içim
daraldığında nükseden kalp ağrım.
Sinemde saklı binlerce kelebek en çok
da sevdiğimde ve korktuğumda yola düşüp de kendimi takip ettiğim sözüm ona
kendimden kaçıp sinecekken bir köşeye sindiremediğim bunca haksızlığı Allah’a
havale ettiğim ve şiarım huzur ve aşk ve yüreğimde yangın ruhumda devasa
yamalar aşkı kürediğim ve hitap ettiğim tüm evren aslında boca ettiğim yaş
kadar asılı kaldığım ömürlük yası yasa bildiğim.
Bir rengim yok benim binlercesine
haizim.
Bir acım yok benim ölçemediğim kadar
acının açıölçeridir yüreğim ve ona eşlik eden kalemim.
Kalender meşrebim.
Meşrebi geniş olanlardansa haz
etmediğim ve işte dar acılı bir günü b/ölüp saniyelere ve susmayan siren
seslerinden Rabbime sığındığım.
Aşkın nazarında kilit noktam.
Aşkın hümayunu iken Mevla’m.
Çatlak sesi yalnızlığın ve üstüme
düşen gölgelerin peşinen nazar ettiği.
Uykulu gözlerimden dökülenler.
Göz pınarımda boğulan acılarım.
Tanıdık bir sima bildiğim sevgiyi
yere göğe sığdıramadığım bir o kadar severken gaipten gelen o coşku ile muteber
bir tınıda sesini tayin ettiğim özlemin huzura dair bir arayış iken de bu
sevginin amblemi hep mi yalnızlık…
Gökteyim.
Yerdeyim.
Ve işte Araf’ta.
Açılan kapıların ansızın yüzüme
kapandığı ve asık yüzümün gülmek adına evrenden izin aldığı ve mutluluğumun
ataması yapılmamışken atıl bir yürekte saklı bunca gizi kovduğum kadar ruhumdan
izbelerde açan solan bir çiçeğe hükmeden evren gibi tasamla taslakların içinde
kaybolduğum.
Reşit olmayan bir hüznüm var benim.
Sözcükler frapan.
Yalnızlık asil ve asi.
Huzur uzağımda hüzün bucağımda.
Muteber olan günü geceye eklediğim
gece oldu mu günü özlediğim aşk iken içimdeki kıpırtı şahikası rüzgârın ve aş
bildiğim sevgiyi aşikâr boca ettiğim kadar hüzün nasıl da aşina yüreğime.
Bir menkıbe mi?
Yoksa yazılmamış bir roman mı?
Bir cetvel belki de boyumun ölçüsünü
alıp pes ettiğim ve sindiğim.
Nakşıyım özlemin.
Nakkaşıyım aşkın.
Na’şıyım dünün nasıl da nazenin bir
dünya bir ömür arzuladığım.
Misinada saklı sözcüklerim her biri
miski amber kokan belki de dünde saklı o çocuk misket oynayan ve işte
mısralardan diktiğim hayatım ve hayat bildiğim duygularım bir o kadar mantığıma
rest çektiğim ve aşkın kıblesinde rücu eden yüreğim yandıkça matemle yeşerdikçe
gün ışığı ile ve esen rüzgârın iniltisinde saklı bu bitimsiz acı ile ellerimi
semaya her açtığımda ruhuma dolan huzur.