Metruktü düşlerim ve neyse düşlediğim
ıraktı benden ve itiraz etme hakkı tanınmıyordu.
Sözcüklerdi verip veriştiren ve her
kafadan başka ses çıkıyordu.
İhbar etmem gereken yine bendim
benden şikâyetçi ve telaffuz edebileceğim duygulardan da öteydi içimden
geçenler.
Sesler susmuştu.
Gök de yağmur da.
Bense hala peşindeydim bilinmezin.
Bazen yağmura yakalandığım bazense
yağmur olup yağdığım…
Rahmeti yağdıran elbet ve sadece O
idi.
Kıyılmıştı içim. Aslında açlık
yazmazdı benim bünyemde ve her alt yazı geçtiğinde midem, geçiştirirdim
açlığımı.
Sükûnetti tek ihtiyaç duyduğum
bazense rahat batardı bana ben de basardım namluya ve tek tabanca yaşamışlığım
bir başıma: evin tek çocuğu sonra ilk göz ağrısı olarak çağrıldım tarafınca kim
var yoksa başucumda.
Serap gördüğüm günler olurdu.
Kendimi görmezdi gözüm canım çok
yandığında ve canımı yakanlara minnet ederdim çünkü beni benle yargılayan onlar
iken ben de hızımı alamaz kendime inadına daha da fazla yüklenirdim.
Zirzoptu kimi sözcük bazense insanlar
adeta alınlarında yazardı neye denk düştükleri.
Hırlısı vardı insanların hırsızı ama
bir de kader mahkûmları vardı: hem içeri tıkılmış hem de toplumda serbestçe
dolaşmalarına izin verilmeyen.
Sahi, nereden başlayıp da çıkmıştım
yola? Altı üstü turluyordum sokakları.
O sokak senin bu sokak benim.
Ruhumdaki tarayıcı elbet devredeydi
ve yanımdan geçenlerin adeta akıllarını okuyordum bir de vurdumduymaz olanları
yok mu? İşte onlardı içimdeki acıyı daha da depreştiren.
Sözcükler vardı kimisi yasak.
İnsanlar vardı artık hangisi ise
k/ayıp.
Araf’ta yaşamanın mucizevi gölgesiydi
belki de peşime takılanlar ya da bendim beni izleyen kimine göre g/izlendiğim.
Hali vakti yerimde olmam neydi ki hem
kim bilebilirdi bir adım sonrasını bir de adımı mimleyenler ve sırra kadem
basan duygularla kendimi ansızın eve atardım.
Evveliyatım yoktu.
Sonramsa afaki.
Andaki mevcudiyetimle taş çıkartırdım
benden küçük olanlara. Ne de olsa yaşımı göstermezdim yasımı da. Sanırım yasa
bellemiştim bazı duyguları ve fukara yürekli insanların çeperinde sadece
sayıklardım sevgiyi ve sevebileceğimden de fazla insan vardı etrafımda aslında
sevgiden bihaber iken çoğu an geliyor; beni benden uzaklaştırıyorlardı ve
kendimle olan savaşımda illa ki tuşa getiriyorlardı.
Ne pehlivandım ne de kahraman.
Aslında kendi hikâyemin hem
anlatıcısı hem de okuyucusu idim ve her ne kadar yazan ben olsam da kendime
gönderdiğim mektupları illa ki elden alıp illa ki boca etmeliydim sözcüklerimi
ve her bozguna uğradığımda bozuntuya vermez baştan başlardım okumaya.
Düşünün bir!
Kendinize yazdığınız bir mektubu
elden almadan asla bilemezken içinde ne yazdığını üstelik yazan siz olduğunuz
halde bilmezden geldiğiniz tıpkı insanların da beni anlamazdan ve görmezden
geldiği…
Yine de sabır ediyordum.
Mantık çerçevesinde kullanıyordum da
sunulan her doneyi.
Lakin duygular devreye girdi mi işin
seyri değişiyordu ve sil baştan güme giden hayatımın kim bilir nasıl da
muhasebesini tutuyordum.
Hikâyemin muhasebecisi de bendim
kahramanı da ve anlatıcısı ve okuyucusu çünkü tek kişilik idi benim dünyam bir
o kadar sonsuzluğa tekabül eden binlerce reverans vardı rezerve ettiğim hangi
duygu ise sürmenaj olmuş kalemin de hakkını vermek adına ince eleyip sık dokuduğum.
Bir mizansense yaşamak radarı da
tararken etraflıca.
Beni bana yakın kılan varsa yoksa
hayal dünyam ve her yenilgiye uğradığımda içimdeki çocuğu patakladığım…
Müzmindi hüznüm.
Esef dolu iç sesim.
Gıyabında cihanın bazen tekdüze
addedilen bazense aykırı kimliğimle göze battığım ne de olsa cılkı çıkmıştı
kimi insanın ve pek çok şeyin de duygunun da.
Ve bastım o tek tuşa:
Yinelenmiş iç sesim ve haletiruhiyem.
Bir kör kurşundum ki şakağıma dayalı
silahın da tetiğine bastım mı her şeyi sonlandıracak olan ama okumadan da
kendime gönderdiğim mektubun, her şeyden bihaber.
Sıradan bir günün sıra dışı özetiydi
belki de olup biten ve gözüm yollarda bekliyordum kapımı çalacak postacıyı ta
ki haberini alana değin.
Vazifesinin başında hızlı adımlarla o
sokak senin bu sokak benim bir bir adımlarken haneleri, zavallı adam bir kazaya
kurban gitmişti günün erken bir saatinde ve kendime gönderdiğim tüm mektuplar
da onunla birlikte sırra kadem basmıştı ve ben şimdi ne mi yapacaktım?
Elbet bir başvuruda bulunup postacı olarak
da işe alınmak için düştüm yola ve cebimde onlarca mektup mademki layığı ile
yapılmalıydı her iş her görev gerçi kayıt açtığım kadar karambole giden hayat hikâyemle
de yeni bir başlangıçtı benim için bu yaptıklarım ama ileride ne olur zaman
gösterecekti.
Ve şimdi ne mi yapıyorum?
Sadece kendime değil acısı olan her
hüzünlü insana birer mektup yazıyorum ve kendime yazdıklarımı şimdilik
ertelemişken ben umut dağıtıyorum insanlara.
Kimine göre vasıfsız bir yazar…
Kimine göre torbasında güzellikler ve
iyi temenniler olan bir Noel Baba oysaki ben hayatın refüze ettiği kim var kim
yok kendime yakın hissedip hayata ne amaçla geldiğimi de çözmüşken ve de elimi
çabuk tutuyorum çünkü hayat üzülmek ve pes etmek adına çok kısa ve gereksiz
ne/kim varsa çıkardığım hayatımdan bu arada adresine teslim ettiğim mektubun
ertesinde tanıştığım o şairle de ortak bir hayata imza atmak adına şimdi düğün
davetiyelerimizi dağıtacağım bir bir tanışıklığım olan olmayan her kimse
gelsinler ve saf tutsunlar benim de paylaştığım mutluluğa ortak olsunlar.
Altı üstü mektup deyip de geçmeyin
hani.
Bu gün bana yarın sana.
Hele ki az da olsa vakit varken asla
taviz vermeyin hayallerinizden ve insan sevginizden…
Her an sizin de kapınızı çalabilirim
hani, sevgili dostlar…
teşekkür ederim
teşekkür ederim