Bilinmezliğin feri söndü işte.

 

Gün de ölgün ve kinayeli; düşüşe geçen kuşların kanatlarında uçuşan benekler aşk’ın fermanını yazıyor derken azman dalgalar set çekiyor gökle yerin kesiştiği o şiddet ve hiddet noktasında Tanrı muhtırasını sunuyor.

 

Vesvese yüklü evren ve miskin gölgeler.

 

Baykuşun gözleri sessizliğin röntgenini çekiyor derken çekim alanına düşler giriyor gerçeklerin ve geçişlerin bir de pervazında göğün bir iskele asılı nidalarla süslenen gök kubbe ve boyacı sandığı ile evrenin ayakkabılarını renkten renge boyayan küçük boyacı çocuklar.

 

Elleri ufacık.

 

Uykusuzluktan gözleri küçülmüş ve nasıl oluyorsa boyası da asla bitmiyor.

 

Sür-git coşku melekelerin dansı meleklerin uçkun imgelere gözyaşı sunduğu belki de bir mutluluğu rötuşlayan hayaletler ekinlerin öldüğü; umutların solduğu; çiçeklerin ise heybetli bedenlerinde aslında miskin sineklerin dadanıp da tabiatı talan ettiği.

 

Mizahtan yoksun gerçekler bir de gerekçeleri.

 

Aşkın asasını kaybeden yaşlı derviş ve ayakları kanayan beyitler.

 

Şimdi gölgesini öpecek baykuş ve bir bayan kuşun da izdivacına tanık olacağız kuduz sağanağında çıldıran yarasalar hıncını alırken Yaratıcıdan yokluğun vesveseleri ile doluyor boşluk hatta o imleç nasıl da göz kırpıyor bulutlara.

 

İçini tetikleyen bir şeyler var dış sesin bir de yalıtılmışlığın elbette yaftaların çığ gibi büyüdüğü.

 

Ölüme özlem.

 

Yaşam denen kanatlarında cürüm yüklü söylemler ve rimeli akan yaşlı kadın aksıran her sese de taziyelerini sunan:

 

Çabuk öl…

 

Kundaklanan mevsim tapusu şeytanda.

 

Tabanları yanan yarış atı ne de olsa sonradan açılan bir Arap atı olmanın özgüveni ile durmadan koşuyor ve konuşlanıyor tüm engellere de hışımla vururken nal seslerinden anlıyoruz içindeki hırsı oysaki saniyeler sonra düşecek ve kıracak ayağını derken taziyelerimizi sunacağız bu firari ata firari coşkusu ile tüfek sesinin eşlik edeceği.

 

Evren çığ gibi büyüyen kötülüğün pençesinde.

 

Sünepe taylar.

 

Haris düşler.

 

Ölü beyitlerin her biri nasıl da kibirli.

 

Sağanak öncesi muşamba kimliği ile yağmur adam arzı endam ediyor ve sessizliği mimleyen suratı ile ahkam kesiyor hele ki o mimikleri yok mu bir de kaos yaratan ısrarcı tanrı şaklaban ve munis yolcuların yorgunluğuna yorgunluk katan bir koşturmaca ve kutsanan kötülük pergel açan her haris yürekte bir mazbata daha sunuyor yeislerin hakimi.

 

Aşka bayrak açan.

 

Ölümü çağrıştıran.

 

Hakkıyla yaşamak neymiş… çoktan unutulmuş.

 

İris’inde gözlerinin şakayıklar ve küs çiçekleri derken metazori bir gülücükle şeytanı taşlayan sözüm ona şeytana muhalefet eden gölgeler ne de olsa tapınacakları yeni bir şeytan yaratmanın peşindeler irkilen bir nüans ile hangi fani altından kalkacaksa zulmün ve ihtirasın.

 

Huzurun yakınlarında köhne bulutlar: hepsinin de suyu çekmiş ve kirli.

 

Kirletilmiş doğanın fermanı çoktan yazılmış; çoktan aşılmış bentler.

 

Hünkârı aşkın bir münafık baykuş.

 

Aşkın mağduru ölü iklim peşinden Eylülü sürükleyen bir de ihtiras yüklü göğün gözlerine perde inmişken.

 

Sözcükler cirit atıyor: yuhalanan masumiyet.

 

Aşkın efkârına yenik düşen ihanet: sonu itham ve cinayet.

 

Bölgelere ayrılan kötülük, çivisi çıkan dünyanın aslında bir oyuncaktan ibaret olduğu ve tüm oyuncuların az sonra oyundan firar edeceği.

 

Evren…

 

Tanrı…

 

Bu kadar öfkeli olmamıştı madem…

 

Sitayişin piri iken bozguna uğramış kuşlar, fitili çekilen habis düşler enkazının altında kalan bir yeis bir de saklı sırların gölgesine sığınan ölümlüler.

 

Nadasa bırakılan ruhlar nasıl da özgürlüğü dileniyor ve çağrıştırıyor iken umut… ufka bata çıka yürüyen bir derviş gözlerinde ışık yüreğinde müzmin bir rüzgar ve de yüzü gülen Tanrı peşi sıra kuvözden kurtulan masum rüzgar masum sağanak ve çocuk sesleri.

 

Atlas yorganını üstünden atan kuşlar elbette özgürlüğün titri ile selama duruyorlar melekler bir bir iş başına geçerken…

 

Zamanın dokusu ve dokunuşu hele ki detoks hüviyeti taşıyan o mağdur coşkusu yok mu…

 

Geç gelen kimine göre.

 

Ama illa ki yerini bulan İlahi Adalet ve zamanlaması sadece Tanrıya kalan.