Hayallerimin tekelindeyim adeta ve
yarım yamalak gülüşler nispet yapıyorlar gamzelerime dolan yaşlara.
Hükmünü sürüyor adeta kış şu serin
Nisan akşamında gök kubbeye uzanıyorum ve zafer işareti yapıyorum güleç
mehtaba.
Aşkın ihya ettiği bir yürek özlemi içimdeki
ama safça ve gereksiz bir aşkın değil gerçekten sevecek seven insanların
varlığı öyle ki sevmem bile batıyor insanlara bu yüzden geri dönüşü olan bir
sevgi filan beslemiyorum sadece seviyorum kimine göre kuru kuru bana göre ise
bolca yaş yüklü.
Şirazesi kalmış düzenin artık düzenek
addedilen nasıl bir boş vermişlikse.
Mübarek üç aylara girdiğimiz ilk
günden beri de bekliyorum hani: sihirli bir değneğin dokunduğu milyarlarca
insan ya da en azından dünyanın büyük bölümün ve kanayan coğrafyaların yüzünün
güldüğü.
İnsanlık için diliyorum ne dilersem.
İnsan olmanın recmi mi yoksa resmi
mi?
Sevecen bir üslup bile zihinleri
zorlarken ve Ramazanın ilk gününü coşkuyla kucakladığım zaten kendim için
istiyorsam namerdim.
Gözüm televizyona takılıyor sesi
kısık televizyonun ve ekranda bir fotoğraf:
Ufacık bir bebeği kucağına almış bir
sağlık görevlisi.
Konudan bihaberim azıcık açıyorum
sesini televizyonun ve işte Ramazanın ilk günü insanlık adına alıyorum dersimi
elbet asıl dersini alan o ufacık bebek.
Hayli güzel dipdiri bir o kadar
sağlıklı ve…
Gerisini getiremiyorum sözcüklerimin
çünkü bu bebek boş bir araziye terk
edilmiş olarak bulunuyor devriye gezen polis sayesinde.
Çocuklarımız…
Gençlerimiz…
Dediğimiz ve öz anne öz baba evladını
bir ormanlık araziye bırakıp da hangi vicdanla yaşıyorsa artık.
Bir yanda çocuklarına dünyayı
alanlar.
Bir yanda çocuklarına her maddi
anlamı sağlayıp onları sevgiden yoksun bırakan anne babalar.
Haydi bunlara tamam da ufacık bir
bebeği boş araziye terk etmek nasıl bir zihniyet ve dört gözle beklediğimiz
Ramazanın ilk günü vuku bulan bir hadise bu.
O güzel bebeğe anne şefkati ile
sarılan sağlık görevlisi de henüz çiçeği burnunda bir anne ve an itibari ile sütünü emzirip süt annesi oluyor bu
güzeller güzeli ve terk edilmiş bebeğin.
Akıbetini anlatıyor spiker. Elbet
Çocuk Esirgeme Kurumuna emanet ediliyor bu kimsesiz bebek ve adını da onlar
koyuyor:
Nisan Mihriban Bebek.
Sağlık teknisyeni olarak çalışan genç
annenin adı Mihriban ve aylardan da nisan olduğu için bebek böylece isimlendiriliyor.
Mihriban Hemşirenin bebeği de henüz
bir yaşında ve bir koşu gidip evinde ne var ne yok alıp getiriyor Nisan
Mihriban bebeğe adeta onu öz evladı gibi benimsiyor ve tüm insanların gözü
önünde söz veriyor:
‘’Artık ben onun manevi ve de süt
annesiyim. Hep de onun yanında olacağım. O artık benim de çocuğum.’’
Derken haber bülteni sonlanıyor ve
uzun soluklu reklamlar alıyor sırayı…
Hani, herkesin mutlu ve sevgi dolu
olduğu reklamlar.
Herkes nasıl da sağlıklı ve huzurlu
ve güleç.
Tüm çocuklar tıklım tıklım
tabaklarında yemekler yerken sofralarda yok yok.
Herkes birbirini nasıl da kucaklıyor.
Derken diziler resmigeçit yapmaya
başlıyor…
Konaklarda köşklerde yaşayan zengin
ve geniş ve mutlu aileler. Hiç birinin derdi tasası yok ne de olsa ekmek elden
su gölden bir hayatları var.
Aşkın en büyüğünü yaşayan çiftler.
Çocuklarına sevdalı ebeveynler.
Herkes nasıl da huzurlu ve rahat.
Derken haber kanalında yeni bir alt
yazı görüyorum. Bakalım bu gün nerede kadın cinayeti işlendi ve bakalım hangi
mutlu yuva darmadağın oldu?
İlişkiler…
İnsan ilişkileri.
Hakkaniyet.
Ah, bir de bitimsiz sevgiler.
İnsanlar ekmek derdinde iken yeniden
reklamlar beliriyor ekranda:
‘’Pırlanta her kadının hakkıdır.’’
Sevgi de her insanın hakkıdır ve de
asalet ve huzur ve mutluluk hatta para pul hatta yaşamak…
Yaşamak da her kadının hakkıdır.
Yaşamak her insanın hakkıdır.
Üstelik bu hayatı bize bahşeden tek
bir Güç varken kim kendinde hak görebilmekteki bir diğerinin hayatını almaya ve
birbirinin huzurunu çalmaya kim cüret edebilir ki?
Eden ediyor.
Hayatlar çalınıyor.
Çocuklar sahipsiz kalabilmekte kimi
aile ise çocuğunu kaybedebilmekte.
Kaybolan bir çocuk anonsu yapan ekran
ya da polis ve günler sonra cesedine ulaşılan…
Birileri kan ağlarken…
Yuvalar ve insanlar çatırdarken.
Tüketim çılgınlığı bir yandan evine
ekmek dahi götüremeyen onca insan varken…
Sevgiyi telaffuz ettiğim bir ömrü
boşa harcamışken ve gönül verdiğim hangi iş olursa olsun bir şekilde hayallerim
ve yaşama sevincim çalınmışken…
Merak etmeyin: ben sadece kendim için
ağlamıyorum. Yiten insanlık adına ağlamışım çok mu?
Hayırlı Ramazanlar.
teşekkür ederim