Card image cap
Nerede kaldin?

Ürkünç bir vaveyla zihnimin çatlak topuklarına da iyi gelen ve destursuz bir gizem elbet aşkın na’şına yakışır bunca sessizlik ve özlem.

 

Güruhların arasında tayin etmeye çalışıyorum yolumu ve elbette gardımı aldım. Önce tebessüm yüklenen sihirli bir bakışın dolduruşuna geliyorum sonra da isyanın merkezinde çatıyorum kaşlarımı.

 

Aşkın her rengine vakıfım hüznün de.

 

Sonram Allah kerim, deyip arşınlıyorum yolu ve mermer mezar başlığımı ceketimin içine iyice yerleştiriyorum.

 

Taşkın suretler saklı etrafta elbette vücudu olmayan.

 

Öyle bir neşriyat ki adımlarımı karıştırıyorum sanrı yüklü bekasında cennetin biliyorum ki bir yeryüzü bitkisiyim: ne açan ne de solmaya doyan.

 

Yaşlı kuşlar mesken edinmiş hüviyetimi.

 

Şaşkın tembihlerle ısrar ediyorum.

 

Temkinli olduğum bir yalan ama ben terbiyeli bir faniyim içimdeki kıyımın sonlanmasına dair bir önsezi saklı olsa da yüreğimin fermuarı bir açılıp bir kapanıyor ve her defasında kanatlanıyor dualarım ve Allah katında neye denk düştüğümü sorguluyorum cahil aklımla.

 

Endamlı düşlerin teferruatlarına haiz olmak belki de gerçekleri kurcalayan ve yarını kurgulamak adına solumdaki yaralı kuşa söyleniyorum:

 

Ne vardı da yolumuz kesişti senle?

 

Şen şakrak şarkılar filan da duymuyorum ve neden bir ömür öğütüldüğümü unutup ne maksatla şahsıma sunulan öğütleri dinlemediğimi soruyorum sessizce ilerlerken.

 

Dolunayın dolgun çehresi bazen kaybolan yarısı ve yıldız kümeleri bazense göz kırpan ışığı yükseklerde irtifa kaybeden devasa uçağın gözüme bir nokta olarak göründüğü en azından ben bir noktayı seçebiliyorum ya, o nokta beni nasıl oluyor da görmüyor, demenin meali işte evrendeki varlığıma atıfta bulunduğum ve de hiç doğmamış olmayı dilediğim.

 

Bir dehlizde uçuşan kelebek gibi önünü göremeyen.

 

Bir yoksunlukta el açan varlığımla şaibeli gölgelerden kaçmak…

 

Belki de dokunulmazlığında aşkın bir sır olmak ve bir gize denk düşmek derken notası olmayan bir şarkıya özlenip sessizce iç sesimi dillendirmek.

 

Tomurcuklanan düşüncelerden nasıl mustarip isem.

 

Göğün devasa çukurunda nasıl ki kör noktaya denk düşüyorsam.

 

Bir inilti ise dillenen ve de tezahür eden tüm bilinmezlik ben çatallı sesinde martının bir martaval duyup da martıyı açtığım çukura canlı canlı gömmek.

 

Söylemlerin nazarında isli bir gün belki günü öteleyen bir hüzün ile geceye kucak açmak ve sırmalı satırlardan firar eden o soğuk satırları sıcak bir gülücükle içime çekivermek…

 

Her yalnızlığın idamesi işte batıp da çıkamadığım o çamur birikintisi ve ansızın bastıran yağmurla arındığım ve ar bildiğim bir dokunuşla tövbe etmek beşeri sıfatlarıma ve bir önsezi ile kendimi öne atmak belki de fren yapması imkânsız bir arabanın çarptığı ilk ve son ölü olmak…

 

Hala saklı tutuyorum işte.

 

Hala sabrımı sınarken Yaratan ben sivri dilli şeytandan uzak kendi yolumu çiziyorum belki de en endamlı vazgeçişlerin sahibesi olmakla övünürken biliyorum ki; kendimden asla vazgeçemeyeceğim ve büyüttüğüm kadar gözümde içimde menevişlenen heceler aslında yalnızlığın türküsünü söylüyor üstüne üstük Sağır Sultanın bile eşlik ettiği.

 

Bir düşün yalancısıyım ardında iz bırakan bir tebessümden çaldığım kirliler belki de pervazında sayfanın tabana kuvvet koşan şehrin de yabancısıyım. İs yüklü şehrin tabelasında asılı gerçeklerim hem de hiç olmadığı kadar muhalif bir rakıma denk düşerken şehrin havsalası nasıl da zorlanıyor.

 

Perdeli ayaklarında martının, kaç öğün doyuruyorsam yorgun mısraları üstelik kibirli çığlığında yalnızlığın, balyoz yiyen tarhına odaklıyım kimsesizliğin hele ki balyalarca hüzün deşifre ederken günün menüsünü bir satıra saplanıyorum; çık çıkabilirsen düze üstelik düşkün kimliğinde şiirlerin bir alt yazı konduruyorum geceye elbet katık yaptığım kadar atıl bir yürek olmanın neticesinde sahipleniyorum günü.

 

 Her yarım bütünden fazlaysa çeyreklere de yok sözüm elbette belki de ortak paydada buluşmak adına kesirli sayılarla irtibat kuruyorum ve anlıyorum ki; asla yuvarlayamıyorum yaşımı zıpkın yemişliğin hükmü nasıl ki geçiyor zamana ve mekâna düztaban bir öykünün de anlatıcısı olmaktan fazlası gelmiyor elimden.

 

Sözcüklerin basireti bağlanmıyor Allah’tan ve kızaran yüzünde kalemin ben bolca su serpiyorum noktayı koymazdan önce şaşkın bir imde tefekküre dalmanın niyazı ile dik yokuşu adımlıyorum ruhsatı olmayan şiirlerden de alacaklı iken diş bileyenlere düş sunuyorum; düş görenlere ise en içten gülücüğü hediye ediyorum belki de geri dönümü olmayan selamlardan mustarip olmamdır bunca satırla insanlara yüreğimi ikram etmek ve gün yüzlü bir iklim özlemiyle düşüyorum yollara.

 

Hülasası ömrün belki de öbür tarafa uğurladıklarımın bana bir veda etmeden çekip gitmeleridir sevdiklerimi uzaktan ve sessizce sevmek ve de mehtabın ç/ağrısı hani olur da sivri dilli bir şiir yolumu kesip de şair kalemini boynuma dayamışken.

 

Zaman aşımına uğramadığımın da tescilidir hala evrene gülücükler fırlatmam ve kurşun sekip de kör noktama isabet etti mi anlıyorum ki; ben, varlığımla bu dünyaya fazlalığım.

 

Her hikâyeden nasiplendiğim kadar ses duvarlarını aşan bir çığlıkla ışık mı ses mi hızlıdır demenin de maktulüyüm hepitopu gördüğüm üç beş aydınlık gün ve gece belki de çerez niyetine kendime sevmeye meyyal bir arayışla hala tası tarağı toplamadığımın da bir sunumu tüm dağınıklığımla evhamlı bulutlara laf çarptığım.

 

Ölü bir günün yasını tutmaya vakit bulamazken toplamı aslında gömdüklerimin belki de unutulmuşluğun sahiplendiği o hiçlik duygusu tam da mezarıma uzanıp rahat bir uykuya dalacakken çalan kapılardır hala terk edemediğim dünyanın benden bir beklentisi olup olmadığını kestiremezken sözcüklerdir işte diyetini ödediğim tam silahın namlusunu kafama dayayıp da oyuncak su tabancasından fışkıran serinlik ile sıcak maziyi yâd ettiğim.

 

Hal hatır sorma faslını es geçip hayata verdiğim o uzun mola ve işte sessizliğimi bozuyorum cebimdeki sözcüklerle ve yaralı kabir bekçimin de verdiği ilk ve son fetva:

 

‘’Nerede kaldın?’’

 

Gazap denizinde sürüklenen bir büst gibi yüreğin inkılabı mademki metruk bir düş, en sevdiğim işte uykudan uyanıp dokunmak hayatın yeni sayfasına bazen eklentilerle süslediğim bazen alıntı mahiyetinde içimi bilediğim.

 

Korsan sözcükler bazen isyan çıkarsa da bastırdığım bir isyan bu ta ki kulağından çektiğim ilk sözcükle sayfayı doldurma aşkım ve çabam belki de içimdeki doluluk tavan yaparken belki de ömürlük yenilgilerimin bir karşılığını bulmak adına elbette yetemediğimin de farkında düşlerle yatıp kalkarken nihayetinde yolum umutla kesişip bir dirayetsizliğimi güncellediğim bir de metanetimi koruyup asil bir koruk olmanın vereceği o gurur en çok da kendime dolandığım en çok da yalnızlığımı avuttuğum…

 

Şimdi körebe oynamayı sonlandırıp yolum saklambaca düşmüşken biliyorum ki oyunun galibi de mağlubu da benim hele ki iki kişilik oyunda bile kendimi kendime rakip gördüğüm en çok da severken belki de kendimi sevmekten aciz aradığım ben’e rast gelemediğim ve defalarca yuvarlandığım o uçurum ne zamanki düşerken bir dala takılıp da Yaratan bana yeni bir şans tanımışken ve ben hala kendime düşecek yeni bir uçurum ararken…

 

En çok da acıyla ve hüzünle beslenen ruhum üstelik bile bile kendimi aşmam gerektiğini ben hala mazimden aşırırken en mutlu zamanlarımı güne zımbalayıp, yeni bir ben yaratmanın da asla mümkün olmayacağını bilsem bile bıkmadan usanmadan denediğim…