Düşleri ayıklamakla mükellefim: gün tabanlı gülüşler saklı içimde demlenmiş çeyreğin gerçeğinde saklı bir mevsimim mealimse hüzünbaz kaderim.

Şatafatlı yalnızlığımda saklı sözcüklerim elbet hükmeden sadece Yaratan bense gün yüzlü bir gülüş temenni ediyorum pamuksu bulutlardan Tanrı’nın serptiği kar taneleri yok mu yok mu?

Yok sayıldığım varlığıma binaen tereddütsüz sevdiğim iç sesimde ekili bir tarla gibi nadasa aldığım gülüşlerim.

Zemherilerse emre amade bir soğuğa kanat açan kuşların kulaklarımı çınlattığı ve Cumartesi’ye demir atıyorum yılkı atları tepinip de yüreğimde bozguna uğradığımın ertesi gözyaşlarım…

Makaraya alıyor insanlar hıçkırıklarımı.

Bense kayıt altına alıyorum onların histeri yüklü alaylarını.

Alayı evrenin.

Alttan aldığımsa yüreğimin kıblesinde saklı çocuksu ve o saf yanım.

İmha edebilirim bedenimi sonra da infilak eder damarımdaki kan.

Şah damarımdan yakın olana sokuluyorum usulca:

Berat Kandilinin ertesi içine düştüğüm o uçurum yok mu?

Yasin adadığım ve hatim indiremediğim dünde saklı ölü yarım.

İtiraf edeceğimse Yaratan ve inkâr edemediğim kadar uzağındayım mutluluğun.

Düne sirayet eden.

Günü boca eden kar taneleri ve baharın ilk ayı iken Mart yine kapıdan baktırdı ve iliklerime kadar üşüyorum.

Evrensel bir teyakkuz.

Evreleri olmayan bir hastalık gibi ruhumu deşen.

Hüzün yüklü gövdem ve güncem ve güvertem.

Miçosuyum adeta bir zamanlar kaptanı olduğum geminin.

Yükümse hafif ya da ağır asla imha edemiyorum.

İntikal de etmiyor insanların ağırdan çalışan bellekleri.

Bellediğim kadar belim bükük ve yongası yüreğin bense yaralı bir kuşum.

Kımıltısı mı ruhun yoksa kıpırtısı mı göz bebeklerimin?

Minyon gülüşler ve camdan biblolar kararan gökyüzü oysaki dolunay en tepede ve lapa gibi kar yağıyor yüreğimin penceresine.

Belleğimse alt üst olmuş vaziyette ve uykum kaç defa bölündüyse gece bükemediğim bileğin devamı olan elini öpüyorum hüznümün v eşlik eden sadece Yaratan yaşlarımı silen yine O ve bu sefer maneviyatın çalkantısında büyüyen inancımla silahımı doğrultuyorum karanlığa ve karambole giden ömrün hicabını sunuyorum altın tepside.

Kaderciyim.

Kederciyim de.

Kardığım kadar kandığım ve kaybolduğum kanamalı imgelerden serptiğim sözcükler duygularınsa imla hatası olduğu sanrısı ile sararan beti benzi göğün elbet gök gürültüsü eşliğinde yağan karın izdihamına teslim olduğum ve uzaklardan beni çağıran o gaipten gelen ses.

Aforoz edilmiş İsa.

İsyanına yenik düştüğüm ne çok imla.

İdrak ettiğimden ötesi yarıladığım ömür ve gıyabında serzenişte bulunduğum.

Buyruğu evrenin bense bültende saklı bir alt yazı gibi içimdeki esintiyi ihbar ettiğim.

Sefasını süremediğim ömür cefasını çektiğim ve işte sefasını sürüyorlar yürek esintimin ve tüm noktalama işaretleri bana düşman.

Bazen ünlüyorum.

Bazen imliyorum.

Bazen soruyorum.

Genelde susuyorum.

Devasa bir ayraç saklı yüreğimde ve yamalı mevsim yaralı bedenim yüreğimdeki hicazla sadık olduğum hüzün ve sarmalında yerin göğün dikiş tutturamadığım ömrün devamı.

Defansı belki de dünün.

Kükrüyorum.

Dermansız mı yoksa sorularım ve türüyorum.

Tünediğim değil artık türediğim sözcükler.

Gökte saklı bir bohça gibi sandığımda saklı ne varsa sanıp sanmadığımdan öte saklı bir huzur belliyorum yürek sesimi ama olmuyor işte olmuyor.

Yutağındayım gizin.

Yutan eleman gibi sıfıra denk düşmüşlüğüm ve yuvarladığım ondalık sayıdan kesirli bir sayıya tekabül ettiğim.

Varlığım da yokluğum da bir iken insanlar için.

Hüznün peşrevinde saklı perçemim ve pençelerini geçiren rüzgâr bazen ters esen bazen yeri göğü ters yüz eden.

Martavallar okunuyor uzaktan.

Meali olmayan gülüşler biriken ve alaycı kuşlar.

Arzı endam eden derin soğuk ve dilemması mevsimin ve yumruk yapıyorum ellerimi bir bir seriyorum yere duygularımı.

Semazen göğün sedası.

İçimde kalan ukdelerin de edası.

Anlatmak istediklerim bunlar değil aslında ama anlatamadığım kadar da anlamlandıramıyorum insanların sözcüklerini ve duraksadığım ve durağında ölümün duvağına hapsolduğum kötülüğün.

Ben her ne kadar iyi ve dürüst olsam da olmuyor işte.

Birileri nifak sokuyor hayatla arama.

Gülücüklerim donuyor.

Yüreğim kırıldığı yerden yeniden kırılıyor.

Yatağım yorganım kayıp kabrimse beklemede kalbimse yerinden çıkacakmışçasına çarpıyor.

Elemin alt kümesi.

Hazanın kesiştiği yağmur öncesi.

Efkârın dibini vurduğum aşkın da kayrasında kaybolduğum ve aşk nidaları eşleşiyor yalnızlıkla ve aşkın iz düşümü nerede ise ihtirasa ve aldatılara denk düşüyor.

Üşüyorum.

Çömüyorum.

Atomu parçalarken, ön yargılara adeta habis ur gibi takılı bir yerlerde.

Gözüm saatte.

Aklım dünde.

Yüreğimse kayıplarda.

Bir arpa boyu yol gidemesem de arpa ambarındayım sevginin ve delinen yüreğimden dökülenleri toplamak adına yere diz çöküyorum elbet Rabbimin huzuruna çıktığım ve huzur dilediğim ve hazan iken yüklendiğim.

Karsa arttırıyor o ipeksi d/okunuşlarını.

Zümresi duyguların.

Karın da dokusu.

Bense yağmalanmış duygularımdan kurtardığımı sunuyorum boş beyaz sayfaya.

Sevgiyi telaffuz etmiyorum artık çünkü sevilmekten ziyade payıma düşen acılarla iştigalim ve hiç olmadığı kadar canım yanıyor.

Kalem bana günlerdir küsmüşken yağan rahmete odaklanıyorum ve sadece Rabbimden istiyorum.

Bilinenden öteyim.

Bilinmeze gebeyim.

Bilindik olan ne varsa yok saydığım ve sahip olduğum sadece inancım ve beni bilen iken sadece yüce Mevla’m ve kar tanelerine özeniyorum ama içimdeki esintiye de ters düşmüyorum ve hiç olmadığım kadar hüznüme ve Rabbime sadığım bilsem de yaklaştığımı sona doğru adımlarımı da hızlandırdığım hele ki dünyanın malından mülkünden çoktan vazgeçmişken üstüne üstelik kendimden vazgeçmemin ertesinde kalemim de rest çekmişken hayata ve insanlara ve hala resmediyorum içimde didiklenen o serkeş mevsim üstün körü sevmediğim kadar üste çıkan insanlara da tek kelime edemediğim kadar ağır iken yüreğimin ağırlığı…