Bir isyanı bastırıyordu gece: düşkün
mizacında karanlığın
Seyrindeydim yalnızlığın.
Bir bulut bir de umut
O tedirgin lahzada saklı şarlatan
gölgeler
Muhtevası ömrün bazen hazin bazen
susmayı gerektiren.
Bir imla hatasından doğuşunu
müjdelerken evren
İmha edemediğim kadar kötülüğü
İtibar ettiğimse sadece mazlum ve
Yaratan.
Düş kesitleri saklı mezarımda
Devasa bir mezar taşı başucumda
Bir ömür nerede ise her zerrem kıymık
batan
Kıyamadığım kadar sevgiye
Kıymete binen hangi hazin sessizlik
ise
Çarmıha gerilmiş göğün çekili
perdesiyim peşinen sevdiğim peşinen öldüğüm sonsuzluğun rahmeti ve ç/ağrısı.
Sözcükler yaslı olsa ne ki ben
mutluluğu yaşamadıktan sonra…
Ve işte o sihirli değnek ansızın
doğuverdi elime.
Kalemin meşrebi, kalender yüreğin
defolu sevgisi.
Mehtabı çağıran bir kuş gibi aciz ve
ürkek bazense hiç olmadığım kadar güçlü ve dirayetli.
Kabaran göğsümde saklı izdiham:
istila edilmiş her sözcük yeniden doğmak adına gün sayıyor ve ben basmakalıp
yaşamaktansa hüzne razıyım öyle ki hüznüm dahi çalındı bir gece yarısı ve ben
bayrak açtım iblise ve zalime.
Penceremde müzmin bekleyişler peyda
olan.
Muteber saydığımsa ay ışığı ve
gözlerimden sökün eden binlerce yıldız.
Aş eriyorum sabaha: aş eriyorum hüzne
ve kolluk kuvveti bünyemin baş aşağı çevirdiğim bir kutudan dökülenler.
Kibirli bir isyan saklı gecenin
ferinde ve artık siması tanıdık gelmiyor gecenin.
Külyutmaz yetilerinde mahremiyetin
adını sayıklıyorum sevginin ve kös kös gidiyorum yolumda: küskün mizacım köze
dönen kalbim bir de kurdeşen döken sözcüklerim…
Mübalağasız sevdiğim tek gerçek.
Münazara ettiğim kalem gibi.
Tıpası olmayan bir şişeden dökülenler
ve yaşamdan arda kalan.
Bir ardıç kuşuyum belki şahin belki
kartal.
Göğün dokusu parlak, yüreğin kokusu
ve sevginin tadı revnak.
Heyecanımsa dindi coşkum da ve
kabulleniş yüklüyüm acım gibi açamadığım içim gibi delik deşik bir benlikten
arda kalan son kırıntılar.
Rengi atıyor karanlığın, beyaza
boyuyorum yeri göğü.
Tebessümler kalmış kıyıda köşede ve
yetim başımı tek okşayan Tanrı.
Ümmeti bu inancın ve zümresi
duyguların delifişek yüreğim kabrini arzuluyor: yetemediğim insanoğlu ve yatıya
kalan üç beş afaki duygu.
Anlatmak istediklerimse bunlarla
sınırlı değil ama susuyorum.
Gözlerime inen perdeye minnettarım
çünkü olduğum gibi kalmama ve görünmeme sebeptir o kabulleniş ve evet: ben bir
yitiğim ben belki de dünyada kalmış son yiğit hala aklını sevgiyle bozmuş ve
uzağında durduğum kadar hayatın dolduruşa gelen yüreğimle mırıldanıyorum.
Bir sözcük değil.
Bir lügat hiç değil.
Anlamsızlığın ta kendisi anlamlandırmaya
çalıştığım ve makul olan sadece çekip gitmek.
En çok da kendimden gitmek tek
isteğim.
Boykot ettiğim yeryüzü cereyanda
kalan yüreğim ve benim gibi kaç mazlum varsa sırada bekleyen.
Manidar bir gülüş konuyor kaleme.
Muhatap olduğum inancın tesellisi ve
yağan rahmet üzerime.
Bir isyan dalgası esir almış
insanları bense imandan alıyorum gücümü gerçi gücüme de gitmiyor değil hani
ayrıştırılmış benliğim ama apışıp da kalmıyorum öncesinde olduğu gibi.
Apayrı bir dünyam var benim
sessizliğin vuku bulduğu.
Aykırı mizacımla sevebildiğim ve
karşılık bulduğumdan da şüphem olmamışken bir ömür.
Genelde ayrık otu addedildiğim oysaki
Tanrı beni çiçek mizacımla yarattı ve donattı.
Tüylerim ürperiyor tam da solacakken
yağmur yüklü bulutlar boşaltıyor yükünü ve tam da her şey bitmiş derken
çiçekleniyor yüreğim ve sözcüklerim.
Uzağında kalsam da çoğu şeyin.
Uzağında kalamadığım kadar da umudun
ve inancın…