Zıpkın yemiş bir imlecin tedirginliği var ağır havada

Bir de yalpalayan kuşlar

Sanmıştım ki;

Mezarının başında bekleyeceklerdi babamı.

Akıl tutulması yaşayan tüm mezar taşlarına isyanım:

Doğum tarihine ne gerek?

 

Sanki yaş dönümünde kutsanacak ruhları

Elbette mumu yanmayan bir lahit

Efkârın da dibi delik madem

Matemle yüz göz olmanın sırası mı şimdi?

Elzem bir gök kuşağı:

Azıcık işkilli ve sevdalı

Yana yakıla peşine düşmüş mahzun yıldızların

Göğe paralel şehir ışıkları

Kim ölü kim sağ,

Ömrün hümayunu mu verecek şimdi beratını?

 

Ait olmadığım bir eksende nal topladığım

Yüreğimdeki seyis nasıl da çatık kaşlı

Kırbaçlarken sözcüklerimi

Kanayan yerlerine şerh düştüm:

Acımamalı canlarınız

Kırık bir camda tutuşan yankı gibi

Duyulmamalı da sesiniz

İyi de;

O zaman ne anlamı kalırdı yazdıklarımın?

 

Hem demezler mi?

Asla da işinin ehli değilmiş.

Fukara bir yüreğin düş sancıları

Göğe selam çakan yaslı bir şiir gibi

Geceyi delik deşik eden tüm sağdıcı nasıl da gözyaşı

Laternanın sesine binaen

Takıldığım düzenek

Yüreğe de pelesenk ettiğim her açı:

Ne dik başlıyım

Ne de eş kenar duygularım

Zamanın minvalinde

Bir sure tadında olmalıydı ömrüm,

Dercesine

Suretime düşen o ışık

Laf kalabalığına düşmeden de çekip gitmeli.

 

Azımsasam da hüviyetimi

Sahi, benim adım neydi?

Bir düş…

Bir sirk cambazı

Koyu gölgelerden müteşekkil melun bir deyiş

Açmadığım paranteze mi dâhil yoksa geçiş hakkı

Tanımadığım şiirlerim?

Bir paye verilmiyor madem

Sancılı bir sevdada olur mu işim?

 

Göğün tanrısı yakamoz

Yerin fısıltısı çıktığım darağacı

Beyhude bir yürek işçiliğiymiş insanlık:

Sevip seveceğim ne kaldı?

Ve işte hizaya geldiğim bir serzeniş

En çok kendimi unutmuşken sevmeye

İşte tam sırası ölmeden hemen önce.