‘’Nasıl imrenmem V. Woolf’un haline? Her yazı ulaşılması çok güç bir ‘’karşı yaka’’ gibi görünür bana.’’

(B. Karasu)

 

Muhatabım olması gereken ilk cümlenin peşindeyim ve sırtım üşüdüğü kadar da gizin tinindeyim.

 

Mübalağa etmeden sevmeyi filan da inkâr etmiyorum hani nihayetinde hatmi çiçeklerine dokunup İlahi bir gül arzuluyorum hayal gücümde ve iyi kötü vakıf olduğum bilinmeze şükrediyorum az sonra başlayacak sağanağın da ilk damlalarıdır ruhuma saplanan oklarla insanlığımı sorguladığım kadar hizaya çekmem gereken benliğim hele ki şu son günlerin propagandasını yapmadan ve kendimi de asla pohpohlamadan bir gülücük ısmarlıyorum geceye ve işte devamı da geliyor.

 

Sözcüklerin rüzgârında bir kehanet belki de ısmarlamadan adresime ulaşan ve gün boyu içimi titreten bitimsiz bir niyaz elbette şevkinde yazmanın ve müptelası olduğum azıcık da olsa uzak kalmak adına gerçi asla da inkâr edemem acıların dokunulmazlığında ruhumun cennet bahçesine dönüşüp de bilfiil nemalandığım hüzün ve tahayyül edilemeyecek kadar da yüreğime askıntı olan izafi bir gölge.

 

Raks eden yıldızlar gecenin katıksız sabrına delalet.

 

Bir önsezi ise yarının ne getireceği eğilip bükülmeden sevdiğim insanlar ve sadece kendime haksızlık yapmam da bir ölçüt değil hani ve yanı başımdaki güzellikleri kimi zaman bilmeden rencide ediyorum ve doğama aykırı yalanlara uzak olmanın verdiği huzurla af dileyip yeniden örüyorum hüzün hırkamı.

 

Bil mukabil, demekse hayata.

 

Ne gam, demenin de meali iken yazılmaya duran şiirler.

 

Muhatabım olan olmayan tüm insanlık ve geçmişin efkârı yüreğime çökmüşken elbette ne kadar yaşamışlığım da değil neye/kime ne kadar yettiğim ve işte ser verip sır vermediğim lakin İlahi Sırdaşıma yakın durduğumun da resmi iken hayatımın son birkaç haftası…

 

Herkes kadar.

 

Hiç kimse aslında.

 

Neyin neye sebep olduğu kadar bir sonuç b/elleyip de neyi ne kadar başardığım…

 

Kaygımla büyüyen bir önsezi tufanı ve yakınlarım bana sakin olmamı öğütlerken ve hırçın mizacımla kendimi hırpaladığım kadar yersiz yere içerlediğim nice insan oysaki yüreğimden eksik etmediğim ve beni büyüten aynı zamanda dinç ve masum kalmama da vesile olan…

 

Günahlarım.

 

Günahlarımız.

 

Allah’ın takdiri elbette vuku bulan/bulacak olan ve neşriyatı yangının ne de olsa nüvemizde saklı isyan ve izdiham.

 

Sınavdan geçtiğimiz kadar da boyumuzu aşan elbet zorlukların vasfına tabi inkâr etmeden yaşamayı ve yasamayı dilediğimiz.

 

Uzandığım yürek ranzası ve alt katında vicdan muhasebesi yapıp çok daha yakın durmak istediğim hidayet yolunda varmayı hedeflediğim nasıl da aşikâr ve her ne kadar umut yüklenmiş olsam da ansızın gerçekleşecek o son’da gönül rahatlığı ile gözlerimi kapamak adına gözlerimi daha da açıp net görmek adına gönül tezgâhı elbette ipliği pazara çıkan günahlar ve bilinmeze de şerh düşen nihayetinde yüzümüzün akı ile yaşamanın güzelliğine binaen güzel yürekli insanlar olmanın arzusuna nail olup da yozlaşmadan bu mücadelen yüzünün akıyla çıkmak.

 

Esrarlı mizaçlarımız.

 

Şerh düştüğümüz doğrular ve reddettiğimiz hatalarımız.

 

Ne ise ölçüt.

 

Belki isyankâr.

 

Belki göründüğünden de fazla muhafazakâr bir iklimde yaşayan ve yansıttığından da fazlasını Rabbine sunan bir kul olmak adına o kapıdan geçmenin de ferahlığı ile daha bilinçli olmanın yollarını ararken de varlığını biçimlendirmek…

 

Su kadar duru iken yüreğin ritminin eşlik ettiği o akarsu.

 

Şefkatli mizacımız ile de sevdiğimiz insanlık elbette Yaratan’dan dolayı yaratılanı sevmek inancımızın da bir gerekliliği iken.

 

Savunma mekanizmamız ile kendimizi gizlemek ya da olduğundan farklı göstermek işte bu, en büyük korkumuz olmalı en çok da Allah’tan korkup İlahi Aşkın bütünleyici gücünde hasıl olan maneviyat ve huzur…

 

Bir adım daha yaklaşırken.

 

Uzaklaştığımızı sanıp da kendimizi kandırdığımız.

 

Her şey olacağına varsa da kaderin izinde duaların gücünün tanıklığında izafi bir ölüm olsa olsa acının hala yıkamadığı benliğimiz ve sonun sunumundan evvel başlangıç çizgisine yakın durmayı tahayyül edip içselleşen ölüm korkumuz.

 

Hayatın tadı damağımızda kalırken İlahi Aşkı sığınak bilip çoktan erdiğimiz nihayet elbette vasfımızla ve özümüzle atağa geçen kalp gözüne binaen yaşamak da altın kural iken…

 

Mevsimsiz bir göç dalgası belki de gücüne yenik düştüğümüz ve özrümüzle olsun özümüzle olsun serildiğimiz gönü tezgâhı.

 

Aşkın muhatabı iken inanç ve inancın eşlik ettiği bilinmeze de duyulan hürmet ve pekişen hidayet arzusu ile düştüğümüz yolda başımızı eğmeden yaşamayı şiar edinip sadece O’nun nezdinde boynumuzun kıldan ince olduğu.

 

Hayali bir yolculuk gibi gözükse de ölüm aslında sırdaş ilahilerin nazarında seğiren bir kalp gözü elbette açılımı huzur ve sonsuzluk olan göç dalgası ile ait olduğumuz evrende bir çiy tanesi kadar vasıfsız bir o kadar insan olmanın verdiği varlık duygusu ile kâinattaki en akıllı canlılar olmamızın yanı sıra Rabbine itaat eden gönül gözümüzle hicvettiğimiz bu içsel yolculuk…