Serpintisi gecenin.
Gece gözlü sevgili, aşkın namelerinde
tutuşan yüreğim…
Meylettiğim dünün yareni bir iklim
sefertası ömrün içinde saklı pişmiş yumurtam ve anı dolu hatıra defterim.
Günsüz bir gece: gecenin iniltisinde
saklı şecere.
Metruk heceler saklı metruk hanelerde
ve domdom kurşun sözcüklerin bir don ertesi buz kesmiş sefil yüreğim oysaki
yazın sıcak esintisinde çoktan çözülmüştü donuk ellerim donuk gözlerim.
Kliması yok hecelerin, esefle
yüklendiğim.
Mevsim tatsız.
Aşk öksüz.
Yalnızlığın hicreti ve büyüdükçe
büyüyen sevginin kırık kulpu içime asılı yalnızlığın yanık örtüsü az evvel dürttüm
kendimi kıblemde saklı kopuk nidalar vardı ses etmeden yaşadığım ne ki bir
gürültüde kaybolan sözcüklerim ve geldiği gibi kuyruğunu kıstırıp da giden
ilham perim ve işte başladım münazara etmeye seferi ikliminde sözcüklerin yeni
baştan yazmaksa yazgımı ölümcül bir gülücükte, hamalıyım acının hemhal olduğum
hüzün ve göğün sarkacı.
Ütülü yürek.
Üzengisi özlemin.
Özet geçmem gereken bir gün de
değildi hani az evvel yitip giden ve melodiler suskun ağıtlar yakıyorum ağırdan
alıyorum ömrü.
Muhtırası verildi bir kere.
Münazara etsem ne ki?
Sözcüklerin söküklerinde asılı bir
kanca bense tutunmak adına hayata birilerinden medet umduğum ve işte
yalnızlığın kulvarında en öndeyim: hem ben hem kalender kalemin hıçkırığını tek
duyan Yaratan.
Bir milatsa gün bir de miadı dolmuşsa
ömrün.
Göğün sedef gözleri, yüreğin kır
bahçesi, ümidin devşirdiği bir hece ise aşk gönülsüz yaşadığım doğrudur ve
direksiyonu ölümün üzerine kırdığım da.
Kırık yüreğin itibar etmediği kadar
önem taşımayan hissiyatı.
Zarflar saklı cümlede zaaf dolu
benliğin zarif acılarını tek tek doluyorum ince parmaklarına kalemin.
Koridordan yeni firar ettim
şimdilerde içine tıkıldığım bir kara kutunun ben öldükten sonra ortaya
dökülecek tüm sırlarım ve acılarım.
İnsanlar var geniş meşrepli.
Bense hayli huysuz hayli pervasız bir
o kadar iyi niyetli düğmeler dikiyorum şehrin iki yakasına ve ilikliyorum iki
yakayı bir araya ama olmuyor işte asla iki yakası bir araya gelmiyor şehrin
elbet şehvetli gülücüklerinde kadınların hali hazırda neye denk düştüğümden
şüphe ederken ben sadece herkesi kendim gibi bilip sadece dokunuyorum hayali
dostlara.
Bir ritüel.
Bir minval.
Aslında neye denk düştüğünü
bilmiyorum insanların asla da taviz vermiyorum ama ruhum ve sözcüklerim taciz
ediliyor uzaktan uzağa nemalandığım cihanın hali hazırda saklı sırlarına vakıf
olsam bile gizimden de ödün vermiyorum ve peçesine gecenin sözcükler
iliştiriyorum.
Görünmediğim kadar duyulmadığım.
Mentollü şeker gibi boğazımı yakan
gecenin peşrevi yüreğin de Pişekarı iken kalem: bense gölge oyununda başrolde
aslında hayatımı idame ettiriyorum perdenin arkasında.
Kornişlerin yerinden söküldüğü.
Hazanın muhatabı olduğum.
Hüzünse serkeş kimliğimle nam salmış
içimin coğrafyasında ve dere yatağı kuruyan yürek iklimim ya da suyu kesilmiş
şelale elbet gözlerim dolu dolu yüreğim de hınca hınç sadece seferisi değilim
zamanın aynı zamanda seyyah sözcüklerden inciler dizdiğim boynum nasıl da kıldan
ince Allah katında ve insan olmanın da meali iken içtenliğim ve baskın dış sese
aldırış etmeden doğrularımı ve değerlerimi kolluyorum.
Tenimde miskin damlalar karıncaların
gezindiği ve içimi ürperten sessizlikleri.
Bazen bir martıya öykünüyorum son bir
aydır evin penceresine konan.
Bazen geçiş hakkı tanımıyor ruhum
diğer yakaya.
Bazen uzanıyorum döşeğe bazen
salınıyorum ağacın kırık dalında bazen uçurtma olup uçuyorum bazen uzağıma
kaçmak istiyorum kendimin ama dönüp dolaşıp yine kendimle yine kendi acılarımla
buluşup yüzleşiyorum.
Nefesim kesiliyor.
Ölü nefsim canlanır gibi oluyor
aldırış etmiyorum.
Ölümsüzlüğe filan da artık nazire
yapmıyorum.
Bir ip cambazıyım misinaya dizdiğim
sözcüklerin üzerinde bir ileri bir geri gidip geliyorum ve ansızın düşüp bir
şiirin kucağına hamt ettiğimin ertesi yeniden tutunuyorum hayata.
Öyküm yok benim: öykülerim var.
Öldüremediğim iç sesim ve kıvranan
kalemim ve alabildiğine sert davranıyorum bana tepki vermeyen kaleme ve şerh
düşüyorum sayfaya içimden geçenleri bu sefer insanlar tepki vermiyor bense
malulen emekli olmuş bir düş gibi gerçekleri geçiştiriyorum ve nereye ait
olduğumu bilemezken sırtımdan hançerleyen efkârı ve rüzgârı s/üzüyorum
gözlerimle.
Kan damlıyor hecelerin ucunda.
Kan kaybından ölüyor imgeler.
Kansız bir ihtilal bildiğim dünümün
imarında biliyorum da zemindeki fay kırığını ve defalarca içine düştüğüm o
boşlukta bir nebze de olsa el uzatıyorum hani biri el verir de beni yüzeye
çıkarır diye elbet yanılıyorum ve dibini boyluyorum karanlığın.
Temize geçirmek filan da istemiyorum
artık hayatı aslında temyize gitmeliyim aslında tembihlemeliyim peşimden
gelenleri aslında kaçıp kurtulmalıyım ve şehrin üçüncü yakasına kaçmalıyım…
Şehir gibi benim de iki yakam bir
araya gelmiyor ve üçüncü yakası düşüyor aklıma hayatın belki de ölü iken son
seçenek ve varamadığım o imkânsız yaka yine de direniyorum ve yeni bir
başlangıç istiyorum evrenden ve Mevla’mdan.
Destursuz değil sözcüklerim.
İlk sözcükle siftahı yaptığım.
Üç nokta ile bir geçiş.
Virgülün üzerinden atlayıp soru
işareti ile cebelleştiğim belki de kalıcı bir noktanın bana huzur vereceğini
tahayyül edip kalemi de acımı da sonlandırmak adına canhıraş verdiğim
mücadelenin de bir yararı yok iken belli mi olur hani bir seçenek daha neden
olmasın?
Mevsimin kırıkları.
İçimin redifleri.
Yüzümün çizgileri.
Yüreğimin kemirilmiş iskeleti.
Muhatap olduğumsa sadece sessizlik ve
kim olursa olsun yakınımda uzağımda tepkisizlikle beni cezalandıran…
Bir varsayım mı?
Ya da bir veryansın?
Vadesi dolmuşsa bir şeylerin kalemin
de iteklemesi ile hali hazırda şerh düştüğüm yeni bir başlangıcın da arifesinde
peşin hükümlü olmadan umuda dair de bir bekleyiş işte benimki asla metazori
olmayan bir iç dökümünün de geldiği son noktada infilak etmek üzere iken
yüreğimin infilak etmesinin de an meselesi olduğu…