Bir tek Tanrım vardı bir de tanımsızlığım.

İzafi bir rakımdı aşk sözcüklerin birbiri ile cebelleştiği kimine göre isyankâr bir rüya. Dudaklarımın kıvrımında saklı hülasası duyguların.

Kabrime dönük yüzüm.

Kabiliyetsiz ruhum ve yorgun bedenim.

Muğlak anılar cumhuriyetinde saklı bir vaveyla tökezlediğim hangi satır mıydı da tükenmişliğime laf etti insanlar?

Bir rengim vardı sadece ve ben sadece Mevla’ma ait ve işte aidiyet duygumu sonlandırdığım doğduğumdan bu yana doğurduğum binlerce cümle ve acı.

Hicabın da doruğunda esen rüzgâr.

Maneviyatımla şekillenen dünyam.

Hırpani bir buluttum madem ve işte peyderpey büyüdü de büyüdü gözbebeklerim.

Gözünün nuru babamın yatıya gelen duygularım çünkü ben çocuktum ama asla çelimsiz değil sadece narin ve nazik bazen büyüse de öfkem kıskandığımdı sadece sevgim: en çok ben olmalıydım sevilen hep de böyle olmuştu ezelden ve işte o gün anladım neyden ibaret olduğumu:

Sevginin ibaresi ve ibrazı. Sancılı değil sevgi dolu bir iklim olsa da pürüzler hayatta ve çocukken ayakta ve sağ kalmama sebep en çok hayallerim ve İlahi Sırdaşım.

İçimdeki kor büyürken.

Bense büyümeyi reddederken.

Reddi güç kabulü güç hayatın en sevdiğimse arkadaşlarımla geçen zamanın elbet okulumda okul bahçemde ve uğurlu sayım en çok da yakut gözleri annemin ve topaç o sevimli bebek belli ki oynayayım diye göndermişti bu canlı oyuncağı güzel Rabbim.

Dünden güne uzanan.

Günü düne yakın tutan.

Oysaki çok farklı iki zaman dilimi: geçmiş ve bu gün ve işte sığınağım o iki zaman arasında kurduğum köprü ve üzerinden tonlarca duygunun ve acının geçtiği gidip geldiği.

Cennetin arka bahçesi dün.

Cehennemin ta kendisi günde yaşatılan hüzün ama cevapsız kalır mıyım?

Elimde dua kitabım ve defalarca okuduğum Yasin, yakardığım güzel ulu Rabbim.

Ceketimin düğmeleri kayıp.

Uğurlu sayımsa on üç: annemin doğduğu gün ve yüreğimin kıblesi bazen kumdan kaleler diktiğim bazense şehrin surlarına serildiğim ve gizemin alfabesi ve işte saymaya başlıyorum sondan başa bazen sözcüklerin yetmediği ah, nasıl da dilerdim bir yirmi dokuz harf daha olsa alfabede belki de bu yüzden yabancı dil öğrenmeyi çok sevdim ama yabancısı olduğum duyguları da yakın kıldım çünkü içimde yaşattığım kadar da yaşıyordum hayallerimi.

Bir tünekse kalem.

Türevi ise hayatın sözcükler…

Kuram dışı varlığım bazen tökezlediğim bazense hunharca kendi boğazımı kestiğim sükunet öncesi yaşadığım kaos ve O’nun sayesinde yeniden kendime kavuşmanın güncesi ve sevebilmenin meali elbet sırdaşım inanç ve sevgi gözü pek bir rüzgardan da fazlası içimde esen ve asla yeltenmeden sona sonlandırmak mümkün olsaydı keşke sıkıntıları.

Bir milatsa yazmak.

Miadı dolan günün dahi beni ve hayallerimi tüketemediği…

Cebbar gölgelerden uzak cazibesi aşkın ve aşktan kaleler surlar inşa ettiğim o iki kavuşmaz yakası şehrin ne de olsa ruh ikiziydim gizemin ve şehri İstanbul’un bu yüzden aralıksız sevdim ve yazdım ve yâd ettim ve umut ettim en güzelini en hayırlısını derken öyle bir koyuldum ki yola ve yüreğimde çınlayan o güler yüzlü ‘’merhaba.’’