Düşlerim maviden mintanını giyindi
işte ve nihayetinde geceye teslim oldum.
Rugan çizmeleri karanlığın ve
parlayan gözlerim aşkın İlahi tınısında saklı bir rahmeti içime ta içime
çekiyorum.
Muntazam gülüşler tertip ediyorum ve
içimdeki sarayı halka sundum demem o ki: kalemle dans ediyorum son on yıldır ve
işte sözcüklerim çelimsiz iken kuvvetle esen rüzgâra maruz kalıyor ve
sözcüklerim nihayetinden rüzgâr olup uçuruyor saçlarımı ve duygularımı.
Köhne bir lahit ise iblisin
kundakladığı.
Her şerde bir hayır vardır deyip de
bellediğim sıkıntıları hayatın sunduğu.
Sus pus yaşamadığım aslında içimden
geçeni alt yazıya nakledip cümlelere ve yazılara ve şiirlere döktüğüm gözyaşı
ve serildiğim kadar rahmete konuşlu olduğum zirvede tansiyonu düşmeyen
duyguların resmini çiziyorum.
Albenisi var ya da yok hayatın.
Elem kuşlarından hallice.
Azap kuşlarından öte esen rüzgârın
beni sürüklediği.
Dünse gün gibi anda saklı.
Harcadığım yıllarsa artık umurumda
değil ve minyon yüreğimde saklı kâinat.
İç bükey bir aynaymışçasına ruhumda
çöreklenen duygular ve ihbar ediyorum iç sesimi ve güvercinlere selam
veriyorum.
Seyirlik ya da bir günlük değil benim
heyecanım bilakis günbegün büyüyen ve içimi tırmalayan sesi yalnızlığın.
Manidar bir gülüşe anlamlar
yüklüyorum.
Metazori sevmiyorum metazori
yazmıyorum.
Muadilim olan hangi duyguysa sere
serpe sözcükler ve sararan yapraklar: hazan bohçam ve resmigeçit yapan
duygularım.
Tınısı yok günün ve geceye erdiğim.
Bir tanı da koyamıyorum hayata ama
tamamlanıyorum yaza yaza.
Yasın iz düşümü iken bir damla yaş.
Yalnızlığın da eksik olmadığı.
Rövanşı belki de dünün: dün mizaçlı
bir anı hikaye içimde baş veren ve ben zamanda yolculuk yapıyorum.
Edindiğim ilkeler ve aldığım terbiye
bense uzun boylu bir külahı önüme koyup da muhasebesini yapıyorum hayatın.
Rengim beyaz.
Rengim pembe.
Ruhum boyutsuz ve işte lisedeki
haletiruhiyem…
Sınıfın ortasında sevdiğim
arkadaşlarımla bir aradayım ve en sevdiğim ders, İngilizce ’den sonra illa ki
edebiyat ve canımdan çok sevdiğim edebiyat öğretmenim.
Fuzuli’den okuyor kimi zaman ve
içinde ismimim geçtiği beyitler bense kurulmuş sırama nasıl da sevgi dolu
gözlerle süzüyorum edebiyat öğretmenimi ve sınıf arkadaşlarımı.
Son senemiz ve bizi hayata hazırlayan
okulumuz nasıl da gururlu ne de olsa yüzlerce mezun verecek ve bizler bir bir
dağılacağız farklı üniversitelerde kamp kurup adeta hayatımızı bizler baştan
yazacağız.
Edebiyat ile olan ilişkim okumalardan
ibaret değil sadece bilakis sınıfta en iyi kompozisyon yazan öğrenciyim ve
edebiyat öğretmenim çok istiyor benim de onunla aynı mesleğe sahip olmamı
üstüne üstük babam da edebiyat öğretmeni ama benim başımda esen kavak yelleri
ve hayallerim var. En başta iyi bir avukat olma hayalim ve sıralamaya ilk koyduğum
hukuk fakültesi ve bir sonraki tercihim psikoloji ve akabinde işletme bölümünü
yazıyorum tercih kılavuzuma.
Alan memnun satan memnun ne de olsa
sayılarla ve matematikle aram çok iyi.
Edebiyat dersinde aldığım verimse tüm
hayatıma yayılıyor.
El yazım ve geniş hayal dünyam lakin
kendimi asla bir yazar ya da şair olarak tahayyül etmiyorum üstüne üstük durduk
yere makale ya da kompozisyon filan da yazmıyorum ama okuma sevdam ışık hızıyla
ilerliyor.
Lise bittikten sonra birkaç kere
yolda karşılaşıyorum Necla Hocamla ve beni sevgi dolu gözlerle süzüyor ve
dememi bekliyor ki ya da ben öyle tahmin ediyorum:
‘’Dilerdim ki edebiyat bölümünü
kazanmış olsan.’’
Yoksa benim mi aklımdan geçenler bu?
Yine de sormadan duramıyor hocam:
‘’Güzel kızım nasılsın?’’
Ağzımdan çıkacak tek cümle onu mutlu
edecek ama:
‘’Hocam, artık üniversite
öğrencisiyim hem de…’’
Duraksıyorum ve de babamın
rahatsızlandığı tam söyleyecekken…
‘’Mutlu isen geride kalan hiçbir
şeyin önemi yok. Bense…’’
Bu sefer öğretmenim susuyor sanki
söyleyeceği bir şey var da…
Tam da benim gibi çünkü ben de
söyleyemiyorum pek çok şeyi.
‘’Mutlu musun?’’
Babam o kötü hastalığa yakalanmışsa
ben sahiden mutlu olabilir miyim en azından babam mutlu ama çünkü babamın
istediği bölüme girdim ben.
Solgun yüzü öğretmenimin sanki
zayıflamış gibi de…
Diyeceklerini diyemiyor ben de itiraf
edemiyorum pek çok şeyi:
Misal:
Avukat olmayı çok istemişken işletme
okuduğumu ve babamın çok az ömrü kaldığını dile getiremiyorum ve biz olduğumuz
yerde kala kalmışken ansızın sendeliyor Necla Öğretmenim tam da yere düşecekken
tutuyorum elinden.
Gözlerimiz birleşiyor ve sevginin
telaffuzu bu.
Duygularımız özdeş.
En sevdiğim öğretmenim çok da
özlediğim diğer yandan onun ayakta duracak hali yok…
‘’Nereye hocam?’’
Kolundaki çürüklere ilişiyor gözlerim
sanki derisi sarkmış sanki kolonya kokuyor sanki gözlerinin feri sönmüş mü ne…
Normalde aynı muhitte oturduğumuz
için daha da sık karşılaşırken onunla seyrek rast geliyorum öğretmenime ve
kısık bir sesle yorgun olduğunu söylüyor hele ki hastane dönüşü…
Devamını getirmiyor ve bana sarılıp
iyi dileklerini sunuyor.
Onu son görüşüm olduğunu bilemesem de
içimdeki ses iyi şeyler söylemiyor.
Ve aradan haftalar geçiyor ki kötü
haber tez ulaşıyor.
Babama biçilen ömür de tahminlerini
tutmuyor doktorların ve o da erkenden göç edip gidiyor ve benim hayatta en
sevdiklerim üstelik ikisi de meslektaş ve ben onlara o kadar çok ihtiyaç
duyuyorum ki son birkaç senedir ve hala da itiraf edemiyorum. Neyi mi?
Onlarla aynı talihi yaşadığımı ve
yoluma edebiyatçı olarak devam etmek adına verdiğim sevgi dolu uğraşın da hız
kesmeden sürdüğünü…
Hala aynı kızım işte lise sonda
hayalleri ve coşkusu ile yeni yarınlara ve güzelliklere kanat açan.
Aslında edebiyat öğretmeni olarak
hayatıma devam etseydim büyük ihtimaller bir ömür sevmediğim mesleklerin
arkasını toplamazdım ve işte göç mevsiminden sonra ben babamı ve canım
öğretmenimi rahmet ile anarken eminim de diğer yandan yaşadıklarımın ve yazma
aşkımın onlara da malum olduğuna.
Mekânın cennet olsun canım babam ve
canım Necla öğretmenim.
Bir nebze de olsa sizlerle ortak dili
konuşuyor olmanın verdiği huzur ve mutluluk ile sizleri hep sevgiyle anıyorum,
canım büyüklerim çünkü bu sevdanın adı benim için edebiyat aşkı ve de yazmanın
güncesini tuttuğum ve iyi ki de sizleri hayatıma dâhil ve misafir ettim.
teşekkür ederim