
Marti ve ben
Bu
yazdıklarımı birileri okuyacakmış gibi davranıyor muyum gerçekten? Yoksa.-
anlatılana inanmamak hakkını tanımış, bu hakkı tanımak için uğraşmış olmuyor
muydum?(Alıntı)
Düşlerim muğlak,
bazen zıpkın yemişçesine yanıyor canım ve adeta zırhım deliniyor.
Muğlak göğün mağdur
kuşları ben ise bir münzevi boyutunda.
İzafi söylenceler
var pejmürde olmuş dünyanın kırık tekerine bir de ben vurmak istiyorum ve
başımı duvarlara vuruyorum kırılan kafatasımdan firar eden binlerce hayal ve
hala hayatta kalabilmenin ertesinde izah edemiyorum olup bitenleri imha da
edemiyorum kötüyü ve kötülüğü sadece ruhumla sabitleniyorum hava akımında
üşüyen yüreğimden kıvılcımlar sıçrıyor etrafa.
Etraflıca düşünüp
de sevdiğim kim varsa.
Düş gücüm bir de
gücüme gidenler.
Bir varsayım belki
hipotez ve ben hala dünyanın çekirdeğinde saklıyım.
Ruhumun yorganı
yırtık ve baharı yaşarken kış güneşi ile sözleşiyorum gece bitiminde sabaha
vardığımda şehrin ilk ışıklarına ve sokağın ilk misafirlerine seyirciyim.
İn cin dahi uyurken
denizi terk etmiş nice martı sokağı mesken tutuyor ve onları aralıksız yediğim
grisin ile besliyorum.
Peçesi rüzgârın
düşmüş ve gece işçileri çoktan sokağı terk etmiş.
Yer gök çöp içinde
temizlik işçileri henüz varmamışken sokağa çöpleri didikliyor yaralı sefil
martılar oysaki an itibari ile onlar denizi kolaçan edip simitleri havada
yakalayacakken bir ara sokağı mesken tutmuşlar.
Kediler miskince
uyuklarken martıların tiz sesi ile korkudan oldukları yerde donup kalıp kaçacak
delik arıyorlar.
Hayatın açılımı bir
sabahın ve bir sokağın dekoru aslında içimde saklı o bekleyişle örtüşen bir
yalnızlığı dile getiriyor.
Sokağın müdavimleri
henüz uykuda ve sabah kirlenmemiş temiz dokusuyla selam veriyor doğan güneşe.
Aklımın revnak
bekçileri.
Yüzümün akı ve de.
Gözümden düşen üç
beş damla ve uykusuzluğa teslim olduğum günü de geceyi geçiştirdiğim ve içimde
saklı duyguları pışpışladığım.
Her an yitebilirim.
Her an doğabilirim
yeniden.
Aklımın ambarında
pinekleyen tavuklar ve yüreğimi aforoz etmiş gürültüler.
Beyhude olduğunu
bile bile yaşadığım ve yazdığım onca şey.
Yüreğimi fırından
yeni çıkardığım ve yeni günü üç beş satırla karşıladığım diğer yandan ıssız
sabahı gözlemlediğim aslında dünde kalan yanımı özlediğim.
Vapurlar ötüyor
belli ki hayli sisli bir sabah olacak alabildiğine de soğuk içimi sıcak tutansa
yeni günü ilk olarak beni karşıladığım ama biliyorum ki şehir eşkıyaları izin
vermeyecek bu mutluluğun süre gelmesine ve her an huzurum kaçabilir ve tembihli
olduğum kadar terbiyeli ve istikrarlı bir insan olsam da sözüm geçmeyecek işte
yine.
Diskalifiye olmuş
hangi hayalim varsa gerçekleşmiş olduğu halde devamını getiremediğim.
Mutumsa kayıp.
Bir mimoza bahçesi
belliyorum hayatı ve kokusu burnuma kadar geliyor.
Hizaya
getiremediğim kimse bir handikap.
Hicabı yüklendiğim
ve baharı henüz tam anlamıyla duyumsayamadığım.
İliklerime kadar
üşüyorum ve sabahyıldızı vasfımla güneşe somurtuyorum yeteri kadar ısıtmadığı
için ansızın cama konan yolunu şaşırmış martı da alıyor nasibini ve ona ikram
ettiğim avuç avuç şekerli bisküvi ile neslini tehlikeye sokuyorum hayvanın ve
cüret ettiğim kadar da mutluyum vahşi doğaya ait bir martıyı evcilleştirmenin
verdiği mutlulukla gülümsüyorum ve o da ben de hak etmediğimiz bir yerdeyiz ne
de olsa…
Ne de olsa an
itibari ile öten vapurun güvertesinde olmalıydım ve işime gitmem gerekirken
hayatı ve evreni sorguluyorum ve kendimi erkenden emekliye ayırdığım hayatın
muhasebesini tutuyorum ve camdaki sefil martı da bana eşlik ederken göz göze
geliyoruz.
Yorgun bakışları
hayvanın ve kırık kanatları…
Yorgun ruhum ve
kırık kalbim…
Bir insan ile bir
martı böylesine eşleşebilir mi sahi?