
Kuyruksuz yildiz
Soyut imlerin yüreğe nifak sokan başkaldırışı
biraz sıra dışı olmanın da alametifarikası.
Zencefil yüklü çaydanlık ve
tırnağında mavi ojeler günün üstelik tüm kayıtsızlığa aldırış etmeden
uzandığımı soluk püsküllü halı.
Bir redife sığınan şair belki de içini
kemiren geceden yana derdi ezkaza örtünmekse sevdalı bir şarkıyla göğün de
derinden iç geçirdiği zambak zamanı ölümler kırsalında bulutların derken devasa
bir lanet sözcükler feveran edip de sarı buklelerine güneşin yıldızların
dadandığı.
Arnavut kaldırımında gidip gelen
beyitler ve gün yüzlü bir aşkın devre arası, her sakıncalı duyguyu ıslah etmek
adına sevgiye mola veren bir derviş de değil üstelik uçuşan hurafelere kimlik
kazandıran bir zabıt memuru işkillendikçe parmakları daktiloya uzanan seksenlerin
mağdur düşleri ve kırılgan şarkılar.
Büyümekse azat edildiğimiz.
Sürünmekse sevdayla nakşettiğimiz
heceler.
Kekremsi gölgenin bir maruzatı var ya
da yok yine isyanını dindirip süt liman bir sevdayı satırlara yığıyor elbette
nankör insanoğlu, tatminsiz hayatın sancağına damlayan kanları silmekten aciz
belki de alnındaki lekeleri ısrarla görmezden geliyor.
Külbastı mı aşkın satır arasında
ıslanan gözlerin açlığını gideren yoksa hoyrat bir kısrak mı dizginleri
boşalmış…
Göçebe zihniyetler.
Yaftalanmış kadından arda kalan
yırtık gelinlik.
Terliği kayıp misafirin belki de
taziyelerini sunmaktan yorgun düşmüş melekler.
Kehanetleri ihbar eden yarım ağız bir
kilit şifresini unutmaya programlanmış bir robot elbette efkarın telvesi
bulaşmış dudaklarına yiten gün ve bitiminde kibirle beyan ediyor
dokunulmazlığını.
Sözcük balyalarına hükmeden kalem ne
kindar ne zalim sadece yazdığını teyit etsin diye şairin ağzına bakıyor ve
gölgesinden sızan irinle yasını tutan her bakir dize sefalete banıp da
şiirlerini duyguların tekmiline hükmediyor.
Fıtratın yakalandığı fırtına ve yer
değiştiren harfler.
Bir mimoza demeti prangalarına asılı
kalan tohumlar uçuşmayı dört gözle bekliyor, devasa bulutlarda kuş sürüleri: ne
geçkin yaşı şiirlerin ne de gergin ruhu endamlı öykülerin.
Sevdalı ritmi ile günü pışpışlıyor
Tanrı ve ötekileştirilen her kuluna sahip çıkıyor.
Gözleri illa ki kan çanağı iblisin,
künyesinde lanet salkımları, tutarsız iklimden nemalan bir toz bulutu kumunu
boca eden çocuğun kovasında midyeler saklı incilerin peşine düşen balık adam.
Köhne bir balıkçı teknesi maruzatını
beyan ederken su alan her aşk masalı ibaresini yok sayıyor özlemin.
Kurusıkı gülücükler damlıyor gecenin
şehvetli dudaklarında örtünen yıldızın da saklı tuttuğu o vaveyla elbette
hıçkıran mazlumun sürrealist tablosuna banıyor hüznünü.
Ne geçit veren.
Ne de geç kaldığını inkâr eden.
Sivri dilli şiirler kuru iklimlerin
kaynak yaptığı saçlarında güneşe hükmediyor sözüm ona ne de olsa saçakları bir
ayrıntı göğe kat çıkan merdivenlerde sızan bir sarhoş gibi yazdıkça artıyor
hüznü şehrin ve şairine lanet okuyor şiir:
Ne vardı bizi bu sayfaya alet
ettiğin?
Ne vardı bir lügatin sayfalarından
arakladığın?
İmgeler…
Belirteç.
Ayracı mı öykünün sezilerinde
gölgelerin fink attığı ve ıssızlığa ıslık çalan bir isyan mezarlıklar illa ki
firar eden ruhların mekanı kulübesinde sırlarını misafir eden mezarlık bekçisi
belki de ölülerin en yakın sırdaşı.
Ya yaşayan ölüler? Hani firar etmek
ne kelime fidanların solduğu bir coğrafyada dua ile beslenen şanlı bir mazi ve
yetim mizaçların sükûnuna hücum eden göreceli simsarı ömrün de yenildiğine
binaen etik olmayan en varsa eften püften bahanelerle uydurdukça uyduruyor
hayat hikâyesini ve kaybolmanın nabzını tutan bir araz gibi de arayıp duruyor
başını hikâyenin.
Koyu gece.
Kuyruksuz yıldız.
Duvağı yırtık gelin mademki kaçtı nikâhtan
uyumak mı uymak mı hayatın düzenine ve sür-git hezeyanlardan uzak kalmak adına
bir başına düşmek mi yollara ne de olsa özgür ruhların konçertosu hazan mahsulü
düşlere peçe takan kâhin ve şimdi diri bir heceyi daha şiire dâhil ederken
düşünüyor şair:
Sahi, heceler mi ruhu huzura
kavuşturan yoksa ruh mu sessizliği giyinip de azat ettiği tüm harfleri Araf’ta
bırakmışken ve nankör bir imge takılıyor gözüne şiirin de kimliğine ters düşen
bir bakış açısıyla karalıyor yazdıklarını şair en azından karalandığına delalet
tek ipucu kalmayacak geride kalemini kırıp da darağacına astığı her şiiri
sonsuzluğa uğurlarken…
Kabul görmezliğin rotası tayin edilen
duvarların boşluğunda köhne çerçeveler ve onların da içi boş tıpkı şebeke
sistemi çökmüş bir alt yazı az sonranın vakur hikmeti ile öncesini lav eden
içli heceler.
Tonlaması yeknesak bir sızı ile
çağırıyor geceyi: gecede saklı sükûn ise ısrarcı ve kör noktasında şimşekler
çakıyor akıl denen dehlizin.
Seferberlik ilan eden duygular
kurusıkı bir çöküş aşkın hizaya getirdiği hangi sefil kulsa ısrarla mimliyor
özlemi bir de delişmen gözlerinde bulutlar uçuşuyor tüm kuşların sahiplendiği
limanlar var belki de hecelerin halay çektiği şiir başlıkları ne de olsa şairin
titrinde söylemler saklı ve beyhude olduğunu bilse de yazıyor dizeleri peşi
sıra.
Bir nirengi noktası az sonra hücuma
geçecek seslerin de dolduruşa getirdiği yeryüzü bir minvalde çökecek belki de
heceleyecek sevdalı yüreklerden gelen coşkuyu mimleyen tanrısal yetiler adeta
insanların izdihama neden olduğu ve insancıl özlemler göreceli dağlarda kar
bulutları oynaşırken hoşluk yükleniyor yüreğin kıyılarına dadanan martılar.
Bir düş’e takılı kalan aklın da hünkârı
ve görkemli beyitler fısıldıyorlar içlerinden taşan niyazı da yere göğe
serpiyorlar.
Dokunuşlarda saklı yaralar.
Yamalı giysilerinde ölümcül çiçekler
dikenleri ile aşılıyorlar insanlığı belki de o ulvi coşku ile yatışıyor
sinirler ve peyda olan mevsim topluyor eteklerini ki soytarı bir gülüşün de
kahramanı satırlar bir içimlik şiirlerde sızıp kalıyor şair belli ki bir
ömürlük açlığını hala bastıramadı satırlarda kardığı duygularını da söndüremedi
ve işte zuhur eden sessizlik gölgeli bir aydınlıkta aslında karanlığı mimliyor
şiirler ve gökten damlayan vaveyla elbette sükûnun ferine yenik düşüyor gece ve
izdiham.
Kâfir imgelerin tezahürü ve
sistematik çalışıyor gecenin sayacı yine de takılı kaldığı her özneyi özveri
belliyor devasa gölgesinde şiirsel bir yalnızlığa denk düşen şehrin surlarında
evsizler ve yetim hıçkırıklar bağnaz suskunluğu bastırıp isyana dönük yüzü ile
ölüme meydan okuyor.
Kehanetler yıllanıyor.
Şerbetli yürekler yeniden ve yeniden
sevdalanıyor.
Sırların tuzağına düşen bazense sinen
yalnızlık.
Lahit benzeri kubbeleri ölümcül
teyakkuzu ile mimlenen bir şehir sakini oysaki görüntü itibari ile nazenin bir
yoldaş belki de devrik tümcelerin yoldan çıkmış öznesi yine de edimlerinde
küheylan söylemler saklı: andıkça maziyi kanı daha hızlı akıyor gecenin.
Bir mizansen yoksunu o devasa resim
ve her zerresinde kan saklı görünmezliğin hicvine yenik düşen de bir ışık
huzmesi, kar taneleri ne düşkün ne de suskun sessizliğe değil havaya ve boşluğa
meydan okuyorlar gerçi kışa yıl var yaz’ın sefasını süren sayfiyelerde
gölgelere bağdaş kuran çimenlerde saklı olsa da hüzün üşümüşlüğün de daniskası
her rüzgârı içine çeken şiirsel dokunuşunda hüznün, şair illa ki kaybediyor
kimliğini ve saklandığı kozasında imler yeşeriyor bir tutuklu bir de tutkulu
iken sevdayı kürediği şiirlerinde yosun tutmuş acılardan da illa ki
nemalanıyor.
Renklerin isi.
İzdihamın nefesi.
Şüheda düşler ve boşa düşmüş şiirler
illa ki.
Kadın belki de rüştünü ispat etmekte
zorlanan.
Ve aşk illa ki cebelleşen.
Dehlizlerde cereyan eden göçebe
sevinçler ve kursağına takılı ölüm fermanı bir yekte bir de seyrüseferinde
duyguların muradını dillendiren.
Varlık ne kindar ne kinaye yüklü.
Sevda ise maruzatlarını getiriyor
dile bir bir.
Ayrılıkta saklı hümayun ve kabarık
satırlar tek dokunuşla sönüyor elbette havasını alıyor mutluluk rüzgârı tam da
dağıtacakken yeri göğü inleyen ferman dile geliyor.
Kundaklanan göğün hüzün yüklü çeperi.
Aşkın feryadı.
Sistematik bir yorgunluk ne zamanki
şair küfesini boşaltsa ve arkasında iz bıraksa.
Tekeri kırık deyişlerin; endamı
coşkulu da serzenişlerin.
Külliyen zarar olsa da aşk.
Külfeti dağları da aşsa.
Aşka dönük yüzünde şiirin şiirsel bir
vaveyla adeta okunmayı bekleyen dizeler: tek solukta yazılan bir gecede sızıp
da kalan ölüm meleğinin rükû ettiği her selamı şair içine çekerken aşk diye ve
mecrasında bilinmezliğin şerh düşüyor Tanrı:
Kaç öğünse tüketilen göğün de
münferit dilekçesi elbette coşan rüzgârın sürüklediği her heceyi firar eden
duygularla eşleştiren şair ve bitmeyen hüznü ama duvağında hayatın umut ve
bitimsiz sevgi saklı.
İmza: yaşamak çok güzel hem canımız
daha ne kadar yanabilir ki?
Sevgiyle…
dost emeğine kalemine yüreğine sağlık selam ve saygılar
Çok teşekkür ederim dostum
selam olsun
Ya yaşayan ölüler? Hani firar etmek ne kelime fidanların solduğu bir coğrafyada dua ile beslenen şanlı bir mazi ve yetim mizaçların sükûnuna hücum eden göreceli simsarı ömrün de yenildiğine binaen etik olmayan en varsa eften püften bahanelerle uydurdukça uyduruyor hayat hikâyesini ve kaybolmanın nabzını tutan bir araz gibi de arayıp duruyor başını hikâyenin.
Koyu gece.
Kuyruksuz yıldız.
Yüreğine sağlık arkadaşım sevgilerimle...
Aydınlık bir gece hem de fazlasıyla hele ki sevgi ile kucaklarken evreni, dostlarımızı ve de kendimizi. Çok teşekkür ediyorum canım arkadaşım. Sevgim seninle.