Sözcüklerin istihbaratında yorgun bir düş’ e denk düştüm aşkın beyaz mermer başlığında yakalanmış bir düş gibi aşkın ayak izinde saklı giz gibi metaforların sağanağında aşka aykırı bir eylem bilmişken yalnızlığı, ben kâh coşkumla kâh hüznümle şerh düştüm hem hayata hem de içinde bulunduğum ana, nidalar fışkıran kalemimden ayrı düşmemek adına da razı geldim her acıya.

Mevsimdi çatlayan sabır taşıma eşlik eden.

Mealimdi yorgun cümleler aşka tümsek ekleyen yorgun düşler ufka bandığım her gün her şiir yâd ettiğim şüheda mazim yârim bildiğim kalemin tutuklu solunda mizacımın her karesinde kök saldığım hayaller okyanusunda bazen bir zerreye denk düştüğüm bazen s/onsuzluğu kavramak adına haizi olduğum tek zerremle gün bellediğim mum ışığında içime akıttığım gözyaşımla soluduğum havada solduğum kadardım.

Gündü devinen.

Gece ise ergen bir âşık.

Aşktı hazzı özlem yüklü.

Aşikâr aşk idi bindiğim sandalın göbek adı.

Ar bildim sevmeyi ve arz ettim.

Ant içtiğim kadar aşka uleması idim bilinmezin kalemse bir ulak misali omzumda asılı heybemde saklı bir avuç kül.

Küldüm.

Sonra güldüm.

Sonra yaşardım.

Sonra yeşerdim.

Öncemse kayıp adeta ayıpmışçasına o minval kök saldıkça ömre koptum adeta bedenimden ve taştım kalıbımdan ama yetmedi işte yetmedi.

Düz duvara tırmandım.

Saat ise kekeme.

Bileğimi dişledim ve sabitledim zamanı.

Durdum.

Dur durak bilmeden sevmişken durdum işte ansızın:

Saatler de durmuştu ve v/aktim dolmuştu.

Huzurundaydım ölüm meleğimin ve Rabbime kavuşmam an meselesi.

Hazır ol da geçen ömrün neticesi sadece iki dudağın arasında idi göç vakti.

Öç alandı kader.

Göç edendi yürek sevdiği kadar.

Göğsüm kabarırken saçlarımsa uçuşan rüzgârın estiği o inilti askıntı olan hüzne lanetler yağdırdım ve tövbe ettim ansızın.

Salkım saçak yeryüzü.

Gök dahi dağınık.

Alı al moru mor bulutlar ve revnak satırlar ve ölümün ç/ağrısı.

Sanrıların istikametinde sözcüklerinse akıbetinde…

Sandukam açık sabrım sonlanmış yüreğe nifak sokmuşken insanlar ve semiren acılarım ve somurtan yüzüm ve yağan karın dur durak bilmedi ve bir çığ topu gibi büyürken acılar havsalamdan taşan anılar ve anda saklı mevcudiyetim:

Bileğimde diş izi.

Hayatta yaşamak da ölmek de kaderin işi.

Kanıksadığım kadar yalnızlığı ve kaybolduğum kadar kardığım önüm ve kandığım eşrafım:

Bir uyruksa yürekte saklı; bir buyruksa kalemin yaz, dediği; bir nutuksa atılan töhmet altında kalan yüreğin vebali boynuna zalimin.

Zulmün hatırına.

Aşkın nezaketine aldanmadan…

Yürüdüğüm yol, yol değil; çıktığım yokuş Dağdeviren aşksa hızına erişemediğim ve aş eriğim ölüm mezarımda kayıtlı soy ağacım ve tutkularım gömülü toprağa tutanaklara geçen duygularımı şiir bildiğim aslında bilinmezin g/izinde şiar edindiğim şair vasfımla hemhal körüklenen ruhun külbastısı iken acılar kuldan medet ummadığım ve kula kulluk yapmadığım kadar…

Haşmetli o dağ:

İnhisarında kaderin…

Hazandan arda kalan üç beş yaprak bense takvim yapraklarında salınan bir umut gibi peyda olan gücün ardına sığındığım ve Allah Allah nidalarıyla saf tuttuğum aşkın saltanatını süremediğim gel gör ki İlahi Ateşe düştüğüm kadar umudumu hali hazırda saklı tuttuğum göğün kayıp minvalinde kayan bir yıldız gibi gecenin ağıtlar yaktığı nefsine iblisin kör kurşunlar yağdırdığım ve yalnızlığın idamesine idrak ettiğimden de fazlası saklı iken umudun nezdinde…

Bense kordan bir hece.

Kör noktası evrenin közümde saklı özüm ve sözümün de denk düştüğü o kordan alfabe ve işte kalemin yaz, dediği kadar da aşkın, yak dediği ateşin başında solumdaki yangınla büyüyen bir bilinmez ki eşlik eden huzurun izinde kavuştuğum Rabbime kaynakçamsa umut ve iman gücü yeşeren göğün çağırdığı ansızın ve çalan şarkının sessiz nazında niyazında öykündüğüm kadar bir ömür huzura, mademki huzuruna çıktım Rabbim elbet terk ettiğim dünya nimetleri ve yokluğa karışan gamın ucunda haykırdığım anbean:

Allah var gam yok.

Sözcüklerden arda kalan o ıssızlıkta huzurun adresi iken huzuruna çıktığım kadar Rabbin ant içtiğim üstüne ve uğruna:

Elbet İlahi Aşkın ve Ateşin her zerresine talip olduğum kadar aşka ve sonsuzluğa damgamı vurduğum…