Düşlerimi ilikliyorum: hicabın kör noktasında saklı bir koşma gibi.

Koşutlar sunduğum.

Sunumu ruhun şiirlerle suladığım.

Sancılı olsa ne ki gök kubbede saklandığım sürece illa ki ayrı düşeceğim yeryüzünde saklı zümreden…

Bir manifesto mu yoksa dirilen sözcüklerden eklediğim o tevazu yüklü halka…

İçim kıyılıyor.

Ruhumsa kutup buzlarına ev sahipliği yapıyor ve kaçıyorum sadece kaçıp arayı da açıyorum sözcüklerin baskısı yüreğimde kitapların nakşı ve na’şı mevsimin kurdelemse telaşla bağlanmış…

Bağımsız olmayı seviyorum vücudumdan da uzak insanlardan da.

Bağımlı olmayı seviyorum diğer yandan:

Sevginin bağımlısı.

Hissikablelvuku ve işte neşri duyguların kümelenmiş nicesi ve kümülatif duygularımın ağzını sıkıca bağlıyorum…

Dökülen üç beş yaş ne ki büyüyen yasımın yanında?

Şarapnel parçası saplanıp da kaleme ve bu sefer kıyama duruyorum içim kıyıldıkça atıştırdığım üç beş şiir ne ki?

Noksan addedilen varlığım oysaki noktası virgülüne kadar disipline etmişken zihnimi ve bedenimi ve üşümüyorum kış soğuğunda ısınıyorum yüreğimin çırpınışları ile.

Acıkmıyordum da ne de olsa on yaşımdan beri öğün ve gün atlamayı iyice kotarmışken üstüne üstük uykusuz geçen yılların nezdinde ve nazarında üniversiteyi de derece ile bitirmişken.

Yetmiyor oysa.

Tahakkuk eden yeni şeyler var ve tereddütsüz sevip yazıyorum.

Al yazmam mı?

Kara bahtım mı?

Dalgalı saçlarıma konan ölü kelebekler mi?

Kâinatın bahşettiği belki de alazladığım sözcükler.

Palazlanansa hüzün asla muhatabım değil, diyemediğim ve tırnaklarını törpülüyorum kalemin: bu da yetmiyor.

Ucunu açıyorum kalemin ve inanılmaz utanıyor sonra uzun bir esvap geçiriyorum üstüne elbette üstüme alındığım bunca şeyin neticesinde tasvip etmediğim ne ve de kim varsa gelip beni buluyor.

İçimdeki yanardağ ve koru yüreğimin biliyorum da duyguların kör noktasında tavaf ettiğime evreni koruyup kollayan yüce varlığın da himayesinde yaşamanın verdiği özgüveni.

Miadı dolan bir şeyler var diğer yanda bense bir mim sanatçısı gibi el kol hareketleri ile anlatmaya çalışıyorum ve sözüm ona avazım çıktığı kadar bağırıyorum oysaki ne görünüyorum ne duyuluyorum elbet tabana kuvvet elbet kaleme kuvvet adeta sihirli bir hüzün yüreğimde kapış kapış ve işte sıvışıyorum arka kapısından hanın oysaki hancı sanmıştım içimdeki teyakkuzda kodladığım ruhumdan arda kalan ne varsa bense bir ardışık sayı gibi peşine takılmışken yavrukurdun.

Dişlediğim elmadan firar eden kurt.

Künyemde saklı ihbar edeceğim ne varsa içimde istifli ve elimi uzatıyorum mehtaba derken o da gözlerden kayboluyor.

Yıldız olduğuma kani göz kırptığım bu sefer yakamozlar çığlığı basıyor adeta uğradığım baskında suçlu muamelesi görüp kalemime ceza kesiyor polis ve sancılı bir kelimeyi uzatıyorum önümde duran diğer suçluya: o da benim gibi ihbar edilip de gözaltına alınmışken ve suçumuzun ne olduğunu bilmeden tıkıştırıyorlar beni ve sözcüklerimi devriye arabasına ve siren sesleri eşlik ediyor bizler götürülürken bilinmeze…

Bilindik ne kaldıysa geriye.

Bir imge ise mesir macunu gibi uzaklardan sırıtıyor elbet yazma aşkımla içeri tıkıldığım günün tek gerçeği…

Dokunuyorlar sırtıma.

Okunduğuna eminim sırtımdaki pankartın.

Derken birileri fısıldıyor kulağıma ve işte salıveriliyorum işlemediğim suçtan cezaya çarptırılmışken ve soruyorum suçumun ne olduğunu:

‘’Büyük olma yolundaki ilk adım dürüst olmaktır.’’

Soruyorum:

‘’Şüpheniz mi var?’’

İçimdeki kıyım durmak bilmiyor oysa ben kıyama durduğuma o kadar eminim ki…

‘’Dürüst olduğunuz şüphe götürmez.’’

Sahi kim kulağıma fısıldayan?

Birileri yakamdan çekiştiriyor oysaki benim öyle bitimsiz arzularım yok üstelik büyükten büyük Allah var.

Sadece iç sesimi sunduğum koca ömrün çetelesini tuttuğum o kadar aşikâr ki ve hüzünlü yüreğim kamçılanıyor bazense ritim bozukluğu ile adeta yere seriliyorum ve tek derdim tek mücadelem sadece kendimle iken şair fetva veriyor ben de tam fermanımı yazacakken…

‘’’Kim bir şairi kırsa
Şair gider uzun bir dizeyi kırar mesela
Bilirim kim dokunsa şiire
Eline bir kıymık saplanacak.
Bilirim kırılmış dizeleri tamir etmez zaman
Yorgunum oysa…’’(D. Madak)

Ölü bir düş olduğunu biliyorum artık gerçek bildiklerimin…

Ve de ölü bir dişi kuş iken şair…

Titizce sevip yaşarken ve de yazarken içime doğan umut ve güneşle gözümü dikip gökyüzünde izini sürüyorum içimden taşan duyguları serpip da bir şair olmanın değil bir şiir olmanın getirdiği güzellikleri…

Bir ömür kırıldığım onca zaman.

Kırdığım putlar ve tabular…

Asılı olduğum kelam ve verdiğim Allah’ın selamının karşılığını katbekat aldığım…

Başım gözüm üstüne, sevgili şair her ne kadar seninle karşılaşmamış olsak da ruh ikizim kadar seni kendime yakın hissettiğim ve içimdeki kuyruklu piyanonun kuyruğuna bastığım yetmezmiş gibi fildişi yalnızlığıma bir kılıf geçirdiğim elbet sevginin ve de mucizelerin adı iken kalemimin varlığı sayesinde kendimi kutsanmış ve inanılmaz coşkulu hissettiğim…