Terk edilmiş düşlerin isyanı idi sağımdan solumdan çekiştirildiğim ve siyah-beyaz hayatımı resmettiğim.

Tren garında saklı bir vagon misali.

Ya da vadesi dolan üzüncün ertesi adrese ulaşan mutluluk gibi…

Günlerden hüzün ertesi, aylardan belirsiz bir imge ve yılın ilk ayı çoktan çekip gitti ile.

Ve işte idare ediyoruz cüce şubatla ki çok mu umurunda şubatın ve isli tarifesi şehrin şairin mizacı ve yetim gölgelerin ihbarı.

Savruk bir name gibi mırıldanıyorum ruhumun sırlarına kapak arıyorum elbet büyüyen bir merak ve dışa vurum ihtiyacı ve tam da bitti derken hayatı yeni baştan kurguluyorum.

İhtiyacını duyduğum kimse yok yanımda.

Sabırla şükrü katık ettiğim kadar mutlu olmayı beceriyorum bir şekilde.

Havsalam almıyor bazen.

Bazense kabımdan taşıyorum ve tek tek çentik atıyorum tuttuğum çeteleye ve tuttuğum kadar dilimi direniyorum.

Anlatmakla yükümlüyüm iyi de neyi?

Saf tutmaksa en büyük zafiyetim elbet iyiye ve güzele meylettiğim…

Çarşamba pazarı ruhum, kaydığım zemin ve tutuklusu olduğum ufkun aralıksız beni çağırdığı ve men ediyorum kendimi kendimden ve kendim olmanın dışında bir ihtiyaç hissetmiyorum bir o kadar yanan tabanları kalemin sadece suyla karışık cümleler ve sözcükler sürüyorum kalemin yanan tabanlarına bir yandan da içimdeki yangın büyümekte elbet başa tutturduğum bir cümleyle girişiyorum yazıp çizmeye.

Öyküler öksüz şiirler kaskatı.

Masallar firari.

Ruhlar kiralık.

Satırlar efsunlu.

Sözcüklerse yetersiz ve kimlik derdimi sonlandırıp mırıldanıyorum kimlik numaramı ve salkım söğüt isyanda bense şerit değiştiriyorum.

Miyop ruhum uzağı görmüyor.

Hipermetrop yüreğimse kendine uzak ve bir o kadar çok yakın.

Kısaca mesafelerin izafi tutanağı meşk eylediğim ve parıltılı bir hayatı özlediğim aslında içimdeki seyyah böyle buyuruyor bense yakası açılmamış şehrin iki yakasına yapışıyorum.

Yamalı bir elbise giymişçesine yaşamak ve eksiklerini gidermek.

Ve susuyorum.

Yemin billah giriştiğim ne varsa ve de tuttuğum yol: manen zengin manen tükenmiş iken maddi bir açılım sunamıyorum yazdıklarıma ve de sınandığımın bilincinde sınav kâğıdıma yazmıyorum adımı ve ıslak imzam bulaşmışken üstüme başıma cebbar bir gölge ile istişare ediyorum.

Gecenin cahil karanlığı ve günün çağrısı.

Atıl olan duygularımı beklemeye alıp azat ediyorum bir bir içimdeki göçmen kuşları.

Sevecen bir iklimse hayat yaşamın da t/adını çıkarmalı, öyle değil mi?

İstifli sözcüklerden bir hırka, imgelerden bir şerit ve duygulardan örüyorum beremi.

Pembeleşen yanaklarında aşkın kızılca kıyamet kopuyor yüreğin derinliklerinde ve yaşadığım çökkünlüğü izah edemediğim kadar tün iliklerime kadar hissediyor, yaşıyor ve delicesine üşüyorum.

Yaz çocuğu olsam da yazgım yazda saklı olsa da yazı sevmediğim kadar yazı yazmayı seviyorum ve sözüm ona bir kelime oyunu ve mizahi bir açılım getirmişken hayata saf tuttuğum safiyette ileri geri salınıyorum.

Sözcükler muhafazalı yüce Mevla kadir her şeye.

Dilimi ısırıyorum yetmiyor.

Dilaltı bir şiir yazıyorum kesmiyor.

Uzaktan yakına ya da yakından uzağa göz teması kurduğum hiçbir insanın da boyundan büyük sevap ve günahlarına aldırmıyorum.

Bir yanım kış bir yanım yaz.

İrdeliyorum ömrü ve imreniyorum dünüme ve ifa ettiğimden de fazlasını irdeliyorum:

Çapkın mehtap zuhur ediyor ve yıldızlar temaşada.

Zühre yıldızı kuytuda samanyolu dağınık ve kutup yıldızından firar ediyor buzullar.

Her renk bir dünya.

Her insan ayrı bir rüya.

Bazense kâbus misali çöken üstüme.

Taradığım saçları yalnızlığın ve natürel kalmaya yeminli ve de istekli iken seneler evvel aldığım o ruju buluyorum odanın bir köşesinde erimiş ve ezilmiş mahiyette elbet çöpe atıyorum ama elime geçen hiçbir kitaba kıyamıyorum.

Öğrenciliğimde hiçbir ev işine elimi sürmezken aklıma geliyor ailemin evhamları:

‘’Aman kızım, derslerini ihmal etme.’’

Ara sıra toz aldığım günler takılıyor aklıma ve anlıyorum ki: ruhum hayli tozlanmış.

Paspal bir dünya değil oysa yaşadığım belki de pasaklı addedilen mizacım hani dünde kalan bir film kahramanı gibi Pasaklı Sally geliyor aklıma bir televizyon fenomeni yıllar öncesinden.

Oysaki kitaplar asla toz tutmuyor hem, hem…

Ben tozu dumana katmadım mı üniversitede geçen yıllarım zarfında hem kim demiş bir denklemin bir logaritmanın dibinin yandığını oysaki saatler evvel yaptığım pilavın dibi tutuyor ve de dilim yanmışken…

Yeme de yanında yat cinsinden de değilken hayat…

Okuma da yanında yat.

İçim bir kitabı çekiyor yanık pilavı değil asla:

Asla, asla dememem gerektiğini de öğrenmişken asal ve de asi bir sayı olarak hizmet veriyorum kerrat cetveline ve kendimi çarptığım ve de çırptığım kadar sair sayılarla aralıksız denklem kurup şifresini çözmeye çalışıyorum yaşamın.

Bir bilinmeze denk düştüğüm aşikâr ve tedavülden kalkan kitapların para etmediğini görüp o kitapların koruyucu ailesi oluyorum.

Mevsim bir hışımla geliyor ki.

Ocak ayını bahar tadında yaşamışken ufacık cüssesi ile Şubat nasıl da üşütüyor insanları.

Katlandığım kadar da kat izi varken duygularımda ve ütüsüz bir diyalog geliştirmişken cihanla…

İhbar edilesi binlerce duygu ve aksi istikamette kaybolduğum kadar ruhumun firar etmesine izin veriyorum.

Ne okul çocuğuyum ne ev kızı.

Ne öğretmenim ne de öğrenci artık.

Yazar kimliğimi sorguluyorum ve yazdıklarıma yargısız infaz yapıp uzay boşluğuna fırlattığım yüzlerce sayfayı yüzlerce yazıyı yazgıma sirayet eden kalemle istişare edip günü bu gün de kurtarıyorum.

Mevsimi kundaklayan karın ve karanlığın izinde.

Bir b/ölme iken sözcüklerin beni sınadığı.

Ve kalp gözümle yaşadığım kadar kalemin gözüyle de dünyayı görürken biliyorum ki hayatı ve evreni tavaf etmek aslında çok mümkün ve şakağıma dayalı kalem sayesinde yolculuğa çıkıyorum günbegün gezdiğim duygu coğrafyalarında ve insan karakterlerinde asılı kaldığım kadar Araf’ta salındığım bunca zamanın da ardından koşuyorum delici bir hızla ve delici bakışlarında sonsuzluğun aşkı soluyup Rabbime yaklaşıyorum.

Yakın kılındığım kadar kendimle.

Yalın bir düştense çok öte iken yaşamak…

Çalakalem yaşamanın güzelliği ile arzı endam ediyor sözcükler bense basireti b/ağlanmış bir günün ardından baş göz ediyorum yüreğimi ve içimi ısıtan hayaller durağında bekleme yaptığım kadar da ağırdan alırken yaşamayı birileri Molla deyip arkamdan konuşuyor biliyorum da ağır yürüdüğümü oysaki dışarıda ne zaman bir işim olsa bir koşu gidip geldiğim kadar ağır yürüyüp de Molla, demelerinin keyfini çıkarıyorum…

Ah, bu şarkıların ve bu kalemin gözü kör olsun.

Kör noktasında hayatın sabitlenmiş bir sayı olarak da asal ve asil yüreğimle hizmet verdiğim kadar evrene aralıksız şükrediyorum ve uzun bir zamandan sonra mutluluğu bahşeden Rabbime nasıl da müteşekkirim ve de sınırsız hayallerime bir Allah’ın kulu ket vuramazken çıktığım katlarda yansıyan İlahi Işığın verdiği huzur ve coşku neticesinde kendimle barışmanın da keyfini çıkarıyorum…