Ölümün bir rengi var mıydı da dikiş
tutmayan mevsimin ferinde mi saklıydı?
Fevri rüzgâr ve salkım söğüt.
Sonra müdavimi olduğum her öğüt ve
zaman aşımına uğrayan nerede ise her şey.
Sönük bir renkti önce aşk sonra
bulamacı oldu evrenin ve bulaşıcı olduğunu sonra anladım.
Neydi sahi aşkın yazılmayan fermanı
ve kimdi hümayunu evrenin?
Göğün kaportası hep mi yalnızlıktı ve
her gözümü diktiğimde ufka ayrı düştüğüm müydü tüm insanlık?
Sözcükler bazen tortu bırakıyordu ve
ben sadece sabrediyordum bir bilinmezin metruk yolunda şaha kalkan her duyguyu
ört bas ediyordum…
Ah, minel aşk.
Öykündüğümdü aşk ve kendime
düşkünlüğüm aslında tüm insanlığa hem uzak hem yakın olduğum…
Alametifarikası ruhumun ve gerçekten
muhatap olduğum kimdi?
Koyu gözleri gecenin asla şafak
sökmeyen.
İnce belli bir çay bardağında dans
eden bisküvinin kırıntıları hani uzağında durduğum hani nefsime hâkim olduğum
hani ırgatı iken dünyanın hani safiyet yüklü varlığın dokunulmazlığı.
Sözcükler de yabani idi öncesinde
aslında ben de hem de uzağında durduğum bunca şey bunca şöleni dünyanın ve
alımlı hanımlar şık beyler sokağında gidip gelen o sarman kedi gibi miskince
uzandığım gök kubbe ama sarmalında tüm olup bitenin hala da anlam veremediğim
milyonlarca detay.
Basite indirgediğim bir hayatın
minvali işte tüm olup biten iyi de neydi bunca anlamsızlık?
Bir gün öyle bir gün böyle.
Yaş aldığım neydi ki?
Yas aldığım yaslandığım yasalandıran.
Kanun hükmünde kararlardı işte nöbeti
bitmeyen yargılar ve ahkâmlar ve allı pullu sözcükler…
Kimdi seven?
Kimdi sevilen?
Değerler elbet el değiştiren ve göğün
sakıncalı boşluğu en çok da yok olmanın gizemi ve benim fevri yüreğim:
Bir anda içime aldığım bir anda boşa
aldığım bir anda yokluğa karışan insanlar…
Muhalif olmaksa sakıncalı bir iklimdi
bazen mide bulandıran en çok da aşk ayağa düşmüşken ve pişkince aşktan söz
edenler aslında gerçek aşkla yakından uzaktan ilgisi olmayan kimse.
Kimse.
Anahtar sözcük.
Kimsesiz elbet teyakkuzda.
Aşkın b/atağı.
Özlemin de arka ayağı.
Bir kıraçtı belki de yoksa
kırbaçlayan şah duygular mıydı göğe tebessüm ekip acı b/içtiğim.
Yazmak neydi peki yazgıya razı
geldiğim.
Demişti birileri işte demişti
zamanında iyi de kim ne demişti?
Her biri alt belleğimde saklı iken
aralıksız birileri bir şeyler ima ediyordu işte ve retinası göğün aşkın iç
çekişi en çok uzaktan sevdiğim gölgeler bazen gölgemle kavgalı
Adı insan olan canlılar elbet hele ki
Yaratanı sevip yarattığı canlıları çoktan kabullendiğim…
Ya, beni kabullenen birileri var
mıydı?
Kabul görmek neydi peki?
Elbet psiko-sosyal bir varlık olan
insan ve grup denen olgunun da neye tekabül ettiğine dair.
Bireysel anlamda hep çaba göstermek
arz-talep dengesini bozan belki de illa ki birileri size set çekerken.
Hayatım boyunca olan buydu işte elbet
eğitim hayatımı dışında tuttuğum ne de olsa devlet okullarında devlet
üniversitelerinde okumuştum öncelikle hayat denen okula beni hazırlayan
insanlar vardı ama artık yanımda olmayan:
Rahmetli babam, sevdiğim yüreğimde
sakladığım nice aile dostumuz nice eski insan.
Yeni insan neydi peki ya da yeni
nesil yeniçağ?
Hayat bir atraksiyon muydu peki ve
değerler bu kadar mı yitmişti?
Değer neydi peki?
En saygın müessese iken aile aidiyet
duygusu ve bağlılık yemini etmiş ve birbirine âşık olan iki insanın oluşturduğu
aile mefhumu illa ki değer ve irtifa kaybederdi?
Ne mi öğretmişlerdi?
Önce sadakat önce saygı önce sevgi.
Neye denk düşmüştük şimdi?
Bir aldatı iken hayat genelde paraya
tapan bir çoğunluk iken kabul gören çok şey değerini yitirmişti işte.
Aşkın kabaca tasviri neydi de kimliği
deformasyona uğramıştı bunca insanın ve korunan değerlerin?
Değer mi kalmıştı peki günümüzde de
değer diye tabi tutulduğum o disiplinli süreç mi hükmünü yitirmişti?
Hele ki sanal ortamdaki saçmalıklar
ve insan izlekleri…
Elbet hayatın da genel bir aldatı
olduğu.
Ne çok insan birbirine seviyorum diye
hitap ederken üstelik sabitlendiğim bir sarmalda kaç dostumun ihanetine
uğradığım…
Değişen ben değildim ki sadece
değişen hayat şartları ve eklenen dertler, nice sıkıntı ve ekonomik faktörler
bazen gelir gider dengesinin yittiği
iyi de bunun insan ilişkileri ile ne gibi bir ilgisi vardı?
En çok Maslow’un İhtiyaçlar
Hiyerarşisinde ulaşmayı arzuladığım o tepe noktası aslında çoğumuz için geçerli
olan elbet: kendini gerçekleştirme denen ihtiyacın peşinden gittiğim bir ömür üstelik
ve bunu eğitim hayatımdan meslek yaşantıma taşıdığım/ız derken şartlar
olgunlaşmadığı için iptal ettiğim derken hayatı uzaktan seyrettiğim ve miladım
iken yazma denen edimle tanıştığım.
Kırıklar ya da kırgınlıklar hep de
kırmamak adına bin parçaya bölündüğüm ve aralıksız maruz kaldığım saçmalıklar
bir gün çok iyi davranan kimse ertesi gün beni görmezden ve tanımazdan gelirken
en çok da hayatın ibaresi iken kaybolan güven duygum…
Sevmek mi zor gelen güven telkin
etmek mi?
Karşılık bulmadan yaşamak mı hayatı
zorlaştıran yoksa ansızın size ihanet eden ve yok sayan birileri mi?
Dengesizliğin had safhada olduğu bir
toplum ve sosyal gruplar ve devasa bir gruplaşma kimse sizi önemsiz sayan
nihayetinde sizle biten bir hayal örüntüsü.
Hayaller değil aslında gerçeklerin
çarptırıldığı ve sizin tüm iyi niyetinizin ve içtenliğinizin suiistimal
edildiği elbet kopan insan ilişkileri ya da rol gereği birbirini sever sayar
gözüken sayısız insan ve sizin yakın durduğunuz hangi duygu ise uçurumdan
itilen.
Kaygı arz etmeden yaşamak mı ya da
tüm çabanızla görevlerinizi tek tek ifa ettiğiniz mi?
Görev başlığı altında yığılan neyse
yeter ki siz gözden düşmeyin ya da arka sahnede ne oynandığını bilmeden siz tüm
saflığınızla dokunmaya çalışan yüreklere ya da varlığınızla ait olduğunuz
neresi olursa olsun bir şekilde daim olsun fısıltılar.
Bu, bir yenilgi gibi gözükse de
aslında olup biten bir sınav üstelik muhatap olduğunuz sadece bilinmez çünkü
bilindik kim/ne varsa aslında maskelerin ardına saklanmış binlerce dürtü ve
ihanet elbet aslını ve Rabbini yok sayan gelin görün ki size ilk günden beri
güven telkin eden…
Ya, siz?
Güvendiğiniz kimse yıkılmanız çok da
olası değil çünkü siz en başta inanmışken değişmeyeceğinize ve saklı tuttuğunuz
her şey zaten kâinatta o gizli dosyada kayıtlı iken varsın bu dünyada binlerce
kere uğrayın yenilgiye yeter ki ayakta olduğunuzu tüm evrene ispatlayın üstelik
tüm evren ve tüm devreler çökmüşken asla çökmeyin yere ya da dizlerinize hele
ki ışığınız tüm karanlığı delip geçerken…
En çok da insan sevdikleriyle ve
doğrularıyla sınanırken…