Mevsimin etek uçlarında salınan bir
çiçek gibiyim:
Aşkın asasına aşikâr bir yabangülü
belki de.
Mevsimlerden bahar ve şehir yangını
henüz dindi. İçimde infilak eden başka bir ben var adeta.
İçlendiğim günlerden geçtim artık ve
işte hiçlik makamında salınan bir yıldızım ben eşref saatime daha vakit var.
Hüzün bölmeleri günün ve içine
saklandığım o çekmece: ne yazar kasa ne de sıradan bir raf. Teselli bulduğum o
gizin yansıması bir sancıyım ben: ne işveli ne sıradan ben asi/l bir rüzgârım
ve temenni ettiğim hiçbir şey yok huzurun iki yakasının bir araya gelmesinin
dışında.
İsli yüzü göğün.
Sisli denizi İstanbul’un.
Öten vapur düdükleri bense
yataktayım.
Yatıya kalmış düşlerimden ördüğüm
şiirler ve yazdığım üç beş hikâyenin dışında aslında hayatın bir şiirden ibaret
olduğunu biliyorum elbette önceki hayatımda hani yolum henüz şiirlerle
kesişmemişken.
Şimdilerde her yer şiir bense
binlerce şiir b/ölmesinden ibaret devasa bir taslağım belki de tüm tasam daha
güzel yazmakla ilintili ve işte şerh düştüğüm binlerce sayfa ve yazmaya
başlamazdan önce okumanın verdiği zevki ve huzuru hiçbir şeyde bulamadığım
sonra uzun yıllar okumaktan da uzaklaştığım ve ansızın kendimi yazarken
bulduğum.
On yıl oldu olmadı kalemimle
tanışıklığımın üstünden geçen zaman ve bu aralar sinsi bir rüzgâr tetiklemekte
kalemin yazmama dürtüsünü elbet günün her saati yazacak halim yok ama ömrün her
günü hatta son zamanlarda her günün pek çok saati üzülmekle geçerken ve
yüreğimi kıranlardan başımı alamayıp alayına da kırgın hatta kızgın iken ve
şimdi kendime muhalif yazma hevesimin sanki söndüğü ve de hız kestiği…
Oysaki hızımı almadan nasıl yazarken
ya da hızımdan hızlı düşünüp de kâğıda dökerken beni esir alan o mahcubiyet ve
sersemlik ve aşina olduğum kelimelerin bazen bana herhangi bir hissiyat
sunmadığı ve geçtiğim evrelerden yolumun mutsuzluğa denk düştüğü ve kime
müracaat edeceğimi de bilmez halde gelip gidiyorum kendi rıhtımımda demir
attığım hiçlik makamından dahi istifa edip kendimi veremediğim bir zaman
süreci.
Ayırdına varamadığım o kadar çok şey
var ki.
İçimin iklimlerinde devinen bir çocuk
gibi.
Misal.
Ayakkabımın bağını bağlamak asla
içimden gelmezken ve sokağa çıkıp saatlerce hatta günlerce taban tepmek gibi
ısrarlar yenik düştüğüme binaen bir o kadar kendimden uzaklaştığım ne de olsa
yazmanın bende yarattığı en matbu duygu iken kendimle yakınlaştığım ve albenisi
kelimelerin, asılı kaldığım gök kubbenin bana göz kıptığı ve uzaktan uzaktan
çağırdığı.
Bir amblem gibi.
Bir metafor belki de.
Uyumsuz olduğum kendimle ve uyumlu
hale gelmenin tek yolu da yazmaktan geçerken.
Önceki hayatımda da benzer şeyleri
defalarca yaşadığım ve elbet hayal kırıklığım büyük ölçüde insan odaklı iken.
Kalben inandığım ve sonuna kadar
güvendiğim birkaç kişiden bana yansıyan o kırgınlık ve hayatımın gideri iken
sözcükler aslında işim olmayan cümleleri kirli torbasına oradan da uzay
çöplüğüne attığım ve geride kalan seçilmiş cümlelerle adeta hayatımın romanını
hatta romanlarını yazdığıma dair geliştirdiğim o düşünce.
Çok uzun zaman öncesinde atamamın
yapılmasını beklerken ücretli İngilizce öğretmeni olarak çalıştığım yıllarda ve
devlet okullarında dersler boş geçmesin diye girdiğim matematik dersleri nerede
ise tüm okulun ve bunun bir yanlış anlaşılmaya yol açtığı ve müfettiş
tarafından sorgulandığım eve geldiğimde ise bakanlıktan dönen evraklarım ve ben
o gün öğretmenlik yapmamaya karar verip de karanlık bir tünele girdiğim
gerçeği.
Benzerini de önce yaşadığım.
Birkaç bankada çalışıp da aradığım
ortamı bulamadığım gibi yaşatılan mobbing denen sürecin de etkisiyle bankacılık
kariyerimi yine verdiğim ani bir kararla sonlandırdığım.
Daha beterini de yaşadığım şu son
birkaç sene bu sefer ailemdeki sağlık problemlerinden dolayı hayattan tam
anlamıyla bezmek ve kopma noktasına gelip hayatın da anlamsızlığına vakıf olduğum.
Verdiğim kayıplar ve hayallerimin de
en yakın arkadaşım tarafından çalındığını çok geç fark ettiğim.
Önünü alamadığım ne varsa faturanın
hep bana kesildiği ve faiziyle mutsuzluk iken ödediğim bir bedel işte hayal
rüzgârımda saklı ne varsa umutsuzluk ile noktalanan ve elbet sonsuzluğa kadar
inzivaya çekildiğim yıllara dönmemek adına kalemimle de illa ki uzlaşmam
gerektiği gibi kendimle olan barış planımda da yapmam gereken başka şeylerin de
bende yarattığı o baskı ve huzursuzluk.
Bu günse bayramın ilk günü ve hayli
güzel bir gün olarak geçti tarihe ve sevdiğim kim varsa yanımdaydı ve günlerdir
hayli yoğun çalıştığım için kalemimle olan gece buluşmamda neyin ne olacağını
bilemez ve de hesaplayamazken başına geçtim yine masanın ve görünen o ki hava
hayli yumuşamış bu da evrenin bana bayram hediyesi büyük ihtimalle.
Kalemimle olan tanışıklığım ve
kendimle olan bitmeyen mücadelemi de göz önüne aldım mı yazmam için yine pek
çok sebep belirdi yol haritamda ve üstüne yediğim lokumun üstüne de dilim de
kalemim de tatlanmışken ben de tüm yüreğimle sizlerin bayramını kutluyorum,
efendim…