Düşlerimin kimliği mi teğet geçen
yoksa gerçek addedilen yerin göğün derinliği mi ve işte hapsolduğum mahzende kâh
uyuduğum kâh uymadığım dünyanın sökükleri.
Hazandan arda kalan bir çiy tanesi ve
nasiplendiğim kadar aşktan bozguna uğramama saniyeler kala felaketim olan
sessizliğin mihrabı.
Hüzündür seferisi olduğum ömrün
bitimsiz hutbesi bazense aşk, kördüğüm olduğum kadar kütük gibi serildiğim
kalemin teninde saklı emeğim ve terim ve laneti dinmeyen sürüklendiğim cihanın
perde arkasında saklı hem cennet hem de cebelleştiğim esaretin dinmediği.
Bir melodramdır yaşamak belki
kasıtsız belki kayıtsız duygulardan örülesi bir sepet.
Kınalı yapıncak idi çocukken ismimin
başına eklenen ve boynum nasıl da kıldan ince Rabbimi tanıdığım ta o ilk
günden.
Emeklerken yerde.
Emek verirken sevgime ve dünyanın
nimetlerine.
Bir yudum su neyime yetmez bir lokma
ekmek fazlasıyla tok karnım daha çok istemeye cahil cesareti gerek.
Müzmindir bendeki sevgi.
Koşulsuz sevdiğim ve dengim bildiğim
her yüreği…
Bazen kundaklanan varlığım bazen
kundakta unutulan bir bebek gibi yere göğe sığamadığım.
Kalp gözüm ve şifası bedenin ve
ruhuma huzur veren Rabbimin peşinde seken bir kurşundan kaçıp da cenneti
kucakladığım yüreğin hasret gecelerinde.
Nakşeden gece.
Hüviyetim asılı kubbenin tepesinde.
Nirengi noktası yaşamın mihenk taşı
iken sabrımla şükrümle yol aldığım.
Bir mizansenim ben belki de ya da
mabedi kutsal ve ritmi bozulan sözcüklerim ve nasıl da merttir yüreğim.
Coşkunun tufanında.
Aşkın kaynadığı devasa kazanda.
Muteber olan her insan her duygu
Allah rızası için yaşayıp sevdiğim.
Nazenin günün narin gönlün ve
şatafatlı yalnızlığımla çıktığım basamaklar bazen gerisin geri kaçtığım
kendimden ve yine yakalandığım kendime…
Kendimden kendine bir yolculuk
benimki temize geçirdiğim ömrün her huzmesinde yaprak gibi de titrer yüreğim.
Muallimiyim aşkın.
Münzevi satırlarda saklı masumiyetim.
Malulen emekli olan duygular ve nutku
tutulan mutluluğun ve işte kadehler devirdiğim suyun akışında putlar kırdığım
münafıkların koşulsuz günahında…
Beşerim.
Şaşarım.
Beşerim.
Bilirim de hatamı ve yeni baştan
başlarım hayata gecenin feri sönüp de dinginliğe kucak açtığım.
Bir rengim yok benim.
Siyahtır batılı kâbusların.
Ve aydınlık fıtratım bazen sus payı
bir söylemde bazen esen rüzgârın es verdiği gün bitiminde…
Çağlar sözcüklerim.
Martılardır konan pencereme.
Makul olansa itaat etmek Rabbime ve
delişmen yüreğimden damlayan her sevginin zerresinde zulüm görsem de
insanlardan büyüyen itikadımla daha çok çabaladığım nasıl da aşikâr.
Üstünü örttüm gün ışığının: güneş
beklemede.
Zanları susturdum Mevla’mın izniyle.
Kat ettiğim yollar ve çıktığım dik
yokuşlar elbet alametifarikası yüreğin sökün eden ansızın bir hecede asılı
kimliğim.
Defoludur kimi zaman yürek sesim ve
yaralı.
Emre amade sevgiye nükseden her
duygunun yamalı bohçası.
Sureti kati demeden sığındığım
rahmette gördüğüm ve göremediğim ne ise arkamı da yasladım mı kaderime…
Münazara ettiğim kadar mutlu;
sevdiğim kadar da aşka tutuklu ve ruhumdaki obruklar ve yüreğimdeki o kırık fay
hattı içerlediğim kadar dünyanın ihanetine bir de nutkum tutuldu mu…
Ve işte baş veren umut göğün
sancılandığı.
Şerh düştüm düşeli aşka ve İlahi
Adalete.
Zemherilerde geçirdiğim onca zaman.
Üşüyen yüreğimden inşa ettiğim
cenneti ala.
Hükmedene taptığım aşkla yolları
dağladığım ve bir akit gibi yazıp da her gecenin ferine bandığım sandık dolusu
şiirlerimle sanmadığım ne varsa havale ettiğim yüce Rabbim.