Esrarıydı renklerin, o bitimsiz karanlık…

Hurafeler doğuran bir cıngıl gibi

İç sesimin ihbarı

Yumuşak iniş yapan acının da detone sesi

Sözcükler yalnızlığın tek sırdaşı.

 

Devinirken gün

Bölündük hüzne

Dirilen ömrün kaçıncı bestesi?

Elbet bülbül sesine hasret kaldık o gül bahçesinde.

 

Ünleyendi acılar

Uluyan ne çok karanlık ne çok hece

Makberin çağrısı çınlatırken kulakları

Hala yaşama ve sevme telaşında

Koşuyorduk bir şiirden diğerine…

 

Kanayandı gök kubbe

Karartan ise nefreti, kini gölgelerin

Beşik kertmesiydi hüzün

Doğduğumuzdan beri.

 

Elyaftık kimi zaman

El işi nice acı nice açı

Seslerle ördük rüyaları

Sessizlik diledik ömür boyu.

Lacivert rengi yalnızlığın tüttükçe tüten

Duman gibi kara gecenin de silueti

Adeta birer vapur bacasıydık

Kendi çalan kendi tüten kendi duyan.

 

Ela gözlere kapıldık

Siyahın büyüsüyle savrulduk

Beyazdı oysa sinemiz genzimizde saklı kar taneleri

Severken de asla incitmedik ve herkesi

Kendimiz bildik bileli

Şerh düştük geceye

Şiar bildik yüreği ve içtenliği.

Sinendi ölüm

Sızandı hüzün

Sireniydi ömrün

Gidip de gelmeyenlerin türküleri.

 

Matemin kaynak yaptığı

Saçları bilinmezin kimi zaman karların yağdığı

Bol kepçeden ağladığımız

Bölündükçe huzurumuzun dağlandığı.

Ne mevsime özendik ne de birilerine

Bizi biz yapandı içte saklı

Dıştan içe vuran dalgalar

Yâd edilesi hangi gündü de

Âşık olunası hangi güdü?

 

Ölümüne sevdik seveli

Serildik kabrin derinlerine

Hem ne gördük yaşarken?

Varsın ölüm yakın olsun

Bizi de ayrı koyacak madem bu diyarlardan

Ne de olsa layığıyla sevdik, taşlandık

Vakit şimdidir

Akdi olmayan sevgilerin de solduğu

En çok sevilenin de sadece O olduğu

Mademki merhametlilerin en merhametlisi

Kazamız mübarek ola.