Card image cap
Kartvi̇zi̇t

Sözcüklerin bir abartıya mahal vermeden, duygu frekansımı ayarlayıp, net bir şekilde kelimelere dökmek hayatı ve yaşadığım farkındalıkları.

 

Zamanın tozlu geçmişi, demek gibi bir yanılgıya düşmeden hayatımın ilk yarısının son başarısı olan üniversite yıllarına bir an dönmek ister miyim acaba?

 

Hani, öykündüğüm kimselerin o tarihte de olmadığı ve iç yanılgılarımı bir bir pay etmeden önceki yıllar.

 

Ne ilginçtir ki; ben sadece kısa mesafeyi çabucak koşup mutlu bir hayata açacağım pencere ile emindim ki; rotamda sabit kalıp varlığımla uzandığım- filan da değilken- en büyük sermayem ile yol alacağım.

 

Bana Tanrının armağanı olan ve hala pek çok şeyin de farkında olamazken sanmıştım ki hayat pek bir süt liman.

 

Yüklendiğim misyon ve evet, tercih yapma şansı tanınmış bile olsa pek de sağlıklı bir seçim yapamadığım hele ki mesleki anlamda kanıksanan eğitim bana çok şey katmış olsa benden aslında ben’i çalacağının farkında dahi olmadığım pek de mütevazi olmayan bir yolculuk.

 

Ne nazımın geçtiği ne de kabul etmekten başka bir çarem yokmuşçasına hala ve hala savunduğum görevim ve bilemeden bir gün mağduriyet yaşayacağımı ben hala nasıl oluyor da yirmi sene gibi bir süreyi ne uğruna harcamışım?

 

Geçmişi irdelemek doğamızda var sanırım ya da kimimiz daha sağlıksız bir tercih yapıp geçmişi eşmeden de duramıyor.

 

Oysaki amacım geçmişi deşmek filan da değil: dile kolay; harcanmış bir ömür sırf popüler bir meslek diye bana dayatılan zorlu bir eğitim süreci ve benim tek hedefim; bir an evvel hayata atılmak.

 

Zoru benimsemek sanırım ya da kabul edemeden hayatı daha doğrusu tanımadan insanları; ilk günkü saflığımla yaşamayı pek bir makbul sanmak.

 

Konu ya da konular dile gelmesine engel olamadığım ve yaşadığım zorluklar aslında tahayyül bile edemezken ve kariyerime nokta koyup, müzmin bir işsiz iken müzmin bir hayalpereste dönüştüğüm ve yazma erdemiyle ve de edimi bana sayısız kapı açarken bazen bedel ödediğim üstelik hala emin olamadığım sayısız şık.

 

Görüntünün neye denk düştüğü?

 

Ya da sosyal hayatta bana yapışan sıfatlardan İllallah, deyip ben kendime en uygun kartviziti ararken.

 

Ne meziyetlerim ne de men ettiğim fırsatlar üstelik ayağımla tekme atıp elimin üstüne düşüp on parmağıma eklediğim on birinci parmak ve edebiyatın her safhasında; her uzvunda ve her satırında duygu ve düşünceleri bir bir hizaya sokup yeniden kurduğum bir hayat öyküsü aslında öykündüğüm hiç kimse iken tüm şartları zorlayıp, göreceli bir mutluluğu somut hale sokup için için içerlediğim gölgeler.

 

Sığındığım ama sığınağım iken yine yağmalanan, gördüğüm şu ki; yaptığım bu seçim sağlıklı mı değil mi hala ayırdına varamadığım yine de evet, yine de pişman olduğum ne ise hepsini bir kazanım addedip yazmadan geçirdiğim tek bir günse dünde kalan, ben bunu bir k/ayıp olarak gördüğüm üstelik yazmak için kısa bir zaman dilimi yeterken…

 

Metazori olmadığı kesin.

 

Ya da laf olsun diye yazmadığım.

 

İnsanın yaşama şevki kırılırken ne yazık ki yazmaya da sirayet ediyor sıkıntılar ve ben, detaylarda mutluluğa rastlarken detaylar tarafından da duygularım katlediliyor.

 

Suçlu aramak artık sınır dışı ettiğim bir mutlak değer zira suç anlamında üstüme alıyorum her şeyi ve kabulleniyorum ki; yazmak bir suç olarak da algılanabiliyor ve ben kimi zaman diskalifiye olduğum hissi ile zaten biliyorum ki; yazma edimini bilfiil üstlenerek zaten suçumu işlemişim hele ki bir mahlas kullanmadan yazarken ve sırf kırmamak adına incinmeyi de alışkanlık haline getirmişken…

 

Oysaki ben sadece mutluluğumu kaleme alacaktım bu gün.

 

Hayattaki en iyi ikinci dostumun doğum gününü tebrik etmek adına satırlara dökecektim sahip olduğum mutluluğu ve yüce Yaratan yine bizlere ikinci bir şans verirken.

 

Uzun bir süre hastaneyi ikinci adres yaptığımız kadar hayallerimiz de perişan kılındı bu geçen sancılı dönem zarfında ve onun bu gün doğum günü: hani, elimden hep tutan ve yeri geldi mi sayısız kimliğe bürünüp benim tüm sıkıntılarımı yok saydığım.

 

Hayatta sahip olduğum en değerli ikinci insan ve ben kendimi esefle kınıyorum ne de olsa onu çok geç buldum.

 

Keşke bir uzaklık olarak resmetsem aramızdaki mesafeyi elbette uzun zaman bunun sıkıntısını yaşadığım ve ansızın onu kaybetme ihtimali ile yüz yüze gelip yeniden doğduğunun da müjdecisi iken Rabbimin yüzümüze yeniden güldüğü.

 

İyi de hiçbir şey planlandığı gibi yürümüyor.

 

Harcanan duygular aslında bizleriz kendi hayatlarımızı harcayan ve bunun farkında bile değilken, bizleriz bir şekilde insanlığımızı sunan bazense insanlıktan men edildiğimiz ya da men ettiğimiz.

 

Güzelliklerin insanın içinde saklı olduğuna inananlardanım ve nasıl bakıyorsak nasıl gördüğümüz de hayatın hicvi.

 

Yine de yanılma payı var şüphesiz.

 

Bazen aldanmak çok olası ve ayarı tutturamamak yine de; ben, inananlardanım üstelik hiçbir beklenti gütmeden zira sevgiden öte yol tanımazken şu da bir gerçek ki; sevgiye eşlik eden en büyük kazanım o güven duygusu.

 

Fütursuzca güvendiğimiz: üstelik yabancı ya da tanıdık içimizi açmada bir sorun görmeden yüzleştiğimiz insanlar ve bazen inanılmaz hayal kırıklığına uğradığımız yetmezmiş gibi geri dönümü büyük bir pişmanlık iken… yine de yine de…

 

Kaç kere aynı hatayı işlemiş olsa da insan taviz veremiyor işte karşısındaki insana duyduğu güven ve inançtan; hele ki eşit yaklaşımınız insanlara, aralıksız size davetiye çıkarıyorsa.

 

Günün getirisi hep duyguların yer değiştirdiği.

 

Bazen yorgun bir ruh hali; bazen neşeli; bazense kendimi suçlu hissettiğim çünkü severek ve inanarak karşımızdaki insanlara da sorumluluk yüklüyoruz ve bilip bilmeden yanlış anlaşılmalara da yol açmak çok mümkün.

 

Girift bir duygu bombardımanı.

 

Bir şık, mutluyum diye bağırırken kucağıma düşen esintinin yaprağı adeta haykırıyor:

 

‘’Sen sarı bir yapraktan başka bir şey değilsin.’’

 

Ne yani?

 

Bir yaprak olsam ne olacak ya da kökleri derinde ulu bir çınara özensem hiç mi sırtım yere gelmeyecek?

 

Kaygılanmadan yazmam asla olası değil hele ki dilin kemiği yok iken gelin görün ki; sevmek pek bir elzem ve ben kelimelerin gücüne yenik düşmüşken asla da ayrı kalamıyorum kalemden.

 

Ne şiirler tutanak tutuyor.

 

Ne yürek sunumda hak ihlal ediyor.

 

Kısıtlandığımız kadar da kanıksarken hayatı ve esen o hoyrat rüzgârda dalımı arıyorum peşi sıra mutluluğu buyur etmişken ve zorlanmıyorum da ansızın dökülen gözyaşlarıma istinaden bir kahkaha atmamak asla mümkün değil.

 

Gürültüye giden ne çok cümle.

 

Geçtim.

 

Ne çok zaman kaybı.

 

Geçtim.

 

Telaş mı?

 

Ya da geç kalmışlık hissiyle hızlı hızlı yaşamak mı?

 

Oysaki kaplumbağa adımlarıyla şerh düşmüşüm ben hayata.

 

Kendimi suçlu hissetmeme sebebiyet veren sayısız faktör var.

 

Toplum standardında neye denk düştüğümü de az sorgulamıyor değilim hani.

 

Oysaki bir ömür bunun pek de önemi yok bende.

 

Genelde sorulan sorular: hani aşina olduğumuz…

 

Neyle iştigal ediyorsak merak uyandırırken an gelip medeni durumumuzdan yaşadığımız yere kadar sorgulandığımız.

 

Algıda seçicilik olsa da insan bir kez karşısındakine kendinden fazla değer ve anlam yüklüyorsa eyvahlar olsun.

 

Bir ömür, hep farklı rüzgârların esintisi ile muhatap oldum ve sayısız iş değiştirip bayağı aşamaları olan sınav ve iş mülakatlarından geçtim.

 

Peki, bu bir başarı mı?

 

Öyle denmişti sonuçta az sayıda insanın yerleştirileceği departmanlarda, geçtiğim bu zorlu aşamalar elbette bana bu özgüveni verdi. Benim için kolaydı her şey ve ben peynir, ekmek yer gibi girip çıktığım mülakatlardan yüzümün akıyla çıksam bile görev aldığım hangi kurumsa çok da sıcak bakmadım çalışma şartlarına.

 

Ücret ya da sunulan olanaklar boyumu aşsa da illa ki bir arayışın içinde olmaktan geri duramadım.

 

İş değiştirmek şöyle dursun bu sefer yeni mesleklere yöneldim.

 

Zor zamanlardı, diyemem çünkü ben fazlasıyla mutluydum.

 

Bu ne bir övünç malzemesi ne de böbürlendiğim bir sunumu yine düşlerimin, netice itibari ile ben bir gezgindim.

 

Yüreğimle yaşayıp; beynimle hüküm sürerken mesleki anlamda an geldi duygularım ağır bastı ve aldığım fevri kararlarla sayısız kez istifa etmeyi bir ayrıcalık gördüm kendimde.

 

Soyut anlamda sahip olduğum çok şey vardı madem.

 

Somut anlamda ise; saygın bir işinizin olması.

 

Muteber olan hangisiydi peki?

 

Bir avazda istifa edip başka bir kapıya gitmek mi?

 

Ve döndürülmediğiniz o kapıdan girip kısa süre sonra bu kapıyı çarparak çıkmak mı?

 

Açılımı çok kişi tarafından farklı algılanabilir ne de olsa insanlar ilk evvel itibar görmek ister.

 

Sancılı dönemler olarak tasavvur etmiştim o zamanlar ve nihayetinde maddi imkanları yok sayıp manevi anlamda doyuma ulaştığım öğretmenlik mesleğini icra ederken anlamıştım ki; bu meslek benim için biçilmiş kaftan.

 

Kısa da sürse bu duygu transferi öğretmenlik idi ruhuma en yakışan ve tayin olma fırsatını kaçırıp içine düştüğüm o kaos.

 

Kim haklıdır ya da değildir, gibisinden bir soru sormak için çok geç bir o kadar da gereksiz.

 

Ve ben son birkaç yıl yeni bir sorunun cevabının peşine düştüm:

 

Suçlu olan kim?

 

Bunun da yanıtı gecikmedi.

 

Ben neden suçluyum?

 

Yetmedi; gelişim denen süreci daha da deşip kendime daha da yüklendim.

 

Örnek aldığım insanlar vardı-yazarlar- çoktan ebediyete intikal etmiş yine de onlarla sohbet etmenin ne çok yolu vardı üstelik.

 

Kalemlerini tanıma arzusu ötesinde dünyaların ötesinde kafalarından geçenleri ve kimliğimi sorgularken onlara sayısız mektup yazmadan da duramadım ve görünen o ki; sohbetime dâhil edeceğim nicesi var.

 

Kabullenmeli miyim?

 

Yazar titrine denk düşüyor muyum ve ben bunu layığı ile yapmak adına yeteri kadar çaba sarf ediyor muyum?

 

Ötesi yok zaten.

 

Yazmaktan ötesi yok.

 

Yazmak mademki mutluluk.

 

Yazmaktan ötesi bir şey de var aslında. Bazen sıkıntıya maruz kaldığım ya da yanlış algılanabilirken hissettiklerim ve yeniden kurduğum bir dünya yeni duyguları hatmetmek ve paylaşmak adına.

 

Hayattan asla çok şey istememiş olsam da ilk kez olan bir şey var.

 

Hayatımın ikinci yarısındaki tek istikrarlı süreç; kaleme ve yazmaya olan düşkünlüğüme bu kadar sahip çıktığım ve ne ilginç ki artık arayışında değilim: ne bir başka mesleğin ne de hayatıma dâhil etmek istediğim bir ikinci şık var.

 

Sayılar, formüller ve denklemler.

 

Evet; hayatıma baskı yapan bunlardı ben kariyer yapmak adına yanlış meslekleri seçtiğimin farkında dahi olamazken…

 

Bir de psikolojinin hayatımdaki yeri: aslında hep de var olacak.

 

Tüm kayıpların bir kazanım olduğu da su götürmez bir gerçek yoksa nasıl dayanırdım ve dayatırdım hayallerimi, umutlarımı?

 

Görünen o ki; kelimelerle imzaladığım barış ve mutluluk antlaşmasından geri durmak, kendime yapacağım en büyük kötülük hele ki insan en çok kendinden muzdarip ise.