‘’Şu birkaç defterimi yırtıp yakmak,
külünü yemek mi, bitirip her şeyi ona da okuttuktan sonra yok etmek mi, ona
bırakmak mı gerekir?’’(Alıntı)
Müzmin bir rengin tecellisi idi
ruhumda tesirli olan belki de albenili bir hayal âleminde yerinde duramayıp düz
duvara tırmanmayı marifet sanan ruhumun ilk gençliğinde kanayan yaralarda
derlediğim iken aşk, bir batında doğan ve batan gün ve gece gibi içerlediğim
her sözü içtimada geçen ömrü de savurduğum yetmedi mi yere göğe sığamadığım
kadar kiralık bedenimi de ebediyen kedere sattığım…
Dağıldığım doğrudur.
Damıttığım da doğrudur ruhumu.
Saf kan asil olsam ne ki asi ruhumla
bir kere zıvanadan çıkmış düzene kafa tuttuğum kadar da hâkim miyim sahi bunca
olup bitene seyirci kaldığım kadar tutuşan yüreğimin kırık pedallarından dolayı
mı yolda kaldım yoksa?
Bir veryansın iken sessizlik.
Bir vade iken biçilen ömür.
Telaşesi aşkın talaşlı yollarında
Aşiyan mezarlığının belki de aksinde saklıyım göremediğim önümün.
Öncü sözcüklerle de girdim mi lafa…
Ön sözü olmayan bir romanın verdiği
son nefes midir yoksa çalakalem yaşadığım kadar da yazmaların yangınında
yazıyor olabilmenin ertesinde ve işte baş koyduğum yoldan da dönüş yok iken…
‘’… hiç nokta konulmadan yazılmış bir
çocuk romanı olarak hayatımı yeniden kurmak istiyorum. Belki her noktanın bir
süre sonra kanayan bir virgüle dönüştüğünü bildiğimden.’’(D. Madak)
İkrarla.
Ve isyanla.
İdrak edebildiğimden de öte gaipten
gelen bir coşku ve heyecanla mest olmuş ruhumun figanlarında saklıdır dünde
kalan anılar ve ruhumun çorak toprağını kurutan iken iblisin laneti bir lal
hecede ya da gamlı bir notada ve işte elimde sol anahtarı açmadığım kapı mı
kaldı ömrün son çeyreğinde?
Müzmin bir sevginin besisi ile
semiren sözcükler.
Andığım kadar dünümü ar bildiğim
kadar ülkümü ve sefasını sürdüğüm nasıl ki ülkemdir içinde yaşadığım coğrafyada
kayıtlı bir anıt mezar ya da taştan kaleler ve hicvinde yalnızlığın meleyen
ruhuma basan afakanlardan arda kalanlarladır de yazdığım her şiir…
Öcünü aldığım bir dünüm var.
Aldırmazlığında değilim dünyanın
aymazlığında olsa olsa.
Ayracı iken dünüm gönlümün de ruhbanı
ve işte koyu gözlerinde gecenin serildiğim bir iklim iken devşirdiğim binlerce
bozduğum yeminin ertesinde ıslah ediyorum suçlu yüreğimi…
‘’Kendimi edebiyat dünyasına ait
hissetmiyorum. Ben daha kıyıda köşede bir yerdeyim. ‘’(Alıntı)
Bozguna uğramışken yürek iklimimin de
kanayan ve kaynayan coğrafyası iken kalemin dürtüsü ile çekildiğim inzivadan
emekli oldum.
Bir rengim yoktu oysa benim: en
azından en başta renksiz ve sıradan bir ülküydüm bir öyküydüm…
Gaipten gelen ilhamıma yenik
düştüğümden beri yazıyorum.
Al yazmasında ölü gelinin çocuksu
gülüşlerimi ise içimde saklıyorum.
Bir renkse ruhuma askıntı olsa olsa
beyazdır.
Bir haletiruhiye ki arzı endam eden
baştan savma bir hayata öykündüğümse yalandır ne de olsa basmakalıp olmadı
hayatım ya da sıradan addedilen oysaki sıra dışı kimliğimde önce çocuk oldum
sonra anne sonra şair en sonrasında ise asi bir gezegen.
Bir ütopya olduğunun da bilincindeyim
mutluluğun ve işte bilinmeyen kalibresinde kalemimin kalesi iken inşa ettiği
Tanrının ben sadece gidip geliyorum içimin yokuşlarında tutuklu bir mahkûm
gibi…
Nutkum tutulduğundan mı nedir
nüktedan kalemimle fark yaratma çabasından da öte farkına vardığım her detayda
bir ölüp bir diriliyorum.
Çözülen dizlerimle bağdaş kurduğum
dizelerim.
Çömez bir yazar olsam ne ki ya da
çaylak bir polis ve işte ruhumun alyuvarlarına hapsolmuşken sözcüklerim çocuksu
bir haletiruhiye ile endamlı bir anneye bürünüyorum son bir senedir oysaki…
Oysaki ben hala annemin ilk göz
bebeğiyim.
Ve de annemin annesi.
İkilemde kaldığım kadar da
ikiletiyorum sözcüklerin bazen baskına uğradığım bazen basmakalıp kimliğimden
sıyrılıp adeta bastırdığım bir kartvizit gibi sözcüklerim ruhumun duvarlarını
süslerken süslü püslü olmasam da bir süs biliyorum aşkı ruhumun en tepesinde
bir sus payı söylem biliyorum yazdığım her şiiri adeta kıtlama yaptığım çayın
da deminde boğulmanın verdiği acı dolu haz gibi…