‘’Yaşamdan dilediklerimi gözden
geçiriyordum. En önemli ya da bana en çekici geleni, bir yaşam görüşü kazanma
dileğiydi (ve -bu tabii ki onun zorunlu bir kısmıydı- yazarak bu hayat
görüşünün doğruluğuna başkalarını ikna etmekti); öyle ki yaşam yine kendi
doğal, keskin iniş çıkışlarını koruyacak ama aynı zamanda aynı açıklıkta bir
hiç, bir rüya, bir boşlukta dolanıp duruş olarak kabul edilecekti.’’(Alıntı)

 

 

Hayat bir logaritma aslında duygularsa türevi yüreğin…

Mutlak doğrular kayıtlı adına mutluluk denen o muğlak g/örüntünün de bir gövdesi olduğum.

Biçilen değerler.

İçtimada geçerken hayat.

İkircikli sefil ruhlar.

Dağınık bir masa.

Delişmen rüzgâr.

Kutup Yıldızı çapkınca göz s/üzerken Şimal Yıldızına öykündüğüm aslında bir Yıldız olduğum gerçeğini kabullenip aralıksız kaydığım gök ve de zemin.

Muğlak bir tanrı saklı içimde: çelimsiz ve yalnız ve asi ve asil.

İçimdeki hengâme soluk kesmeden…

Mağdur bir çocuk saklı içimde rastlaştığı her kimse restleştiği…

Efsunlu bir yolculuk: bazen kükrediğim…

Emsalsiz bir d/okunuş…

Sözcüklerin ritmi hazzın devinimi ve mavinin asılı kaldığı bir iklim…

Şifrem kayıp.

Şifrem çalındı.

Çalıntı olmayan binlerce cümle kuruyor olabilmenin verdiği hazzı ise hiçbir şeye değişmeyeceğim iken de en sevdiğim gerçeğim…

Gerekçelerin ergen aşkı.

Sahiden de öyle ama:

Bir ergen gibi utanıp bir ergen gibi her söze kanıp bir ergen gibi…

Belleğimin yitip gittiği günlerin artık çok uzağındayım ve her kayboluş bir tuzağa düşürmüşken beni bir o kadar kendimden uzaklaştığım yetmezmiş gibi kendimden firar ettiğim…

Fedaisi olduğum ömrün bıçkın sesi ve deştiği yüreğim.

Bir manivela.

Konduramadığım bir isim bir sıfat.

Bir renk cümbüşü.

Duyguların taşkın cemiyeti ve meziyeti.

Çala-kalem yaşamanın verdiği manevi doyum ve İlahi Aşkın her zerresinde hiçliğime vakıf bazen bir kum saati gibi boşaldığım bazen bir kum zerresine dönüşüp s/onsuzlukla sınandığı…

Ve evet, benim zaafım ne var ne yok yazıp da kendime bir zarfa koyup kendime postaladığım…

Aşkın postalları ayağıma kaç numara büyük gelirse gelsin.

Yalnızlığın dayatıldığı bu ölümcül iklimde kim olursa olsun bana ters gelsin.

Yâdım.

Dünüm.

Yarınım.

Mevsimim.

Meylettiğim bir iksir şifalı bir ot misali kalemden aldığım her yudum rotamda beni saklı tutan ve işte tüm acizliğime tüm güçsüzlüğüme rağmen gemimi terk etmediğim…

Öngörülen hayatsa başım gözüm üstüne.

Giyindiğim hüzün de.

Kılıf biçilen yalanlar bense kolaylıkla yalan mı doğru mu ayırdına varıp kemale eriştiğim…

Selamsız sabahlarda Rabbim iken beni teselli eden ve tecelli eden her mucize bir bir şarj ederken hücrelerimi…

Hücre hapsinde geçerken hayatım, attığım voltalar yetmedi…

Attığım naralar yetmesi…

Hengâmesi ömrün ve pespaye düzenek gel gör ki: bakış açımla biçimlenen ve güzelleşen efektler…

Dumura uğradığım binlerce kerenin ve binlerce karenin nezdinde üçlü bir ütopya addedilse de hayata b/akışım ve işte bir kere daha şerh düşüyorum o üçlü rahmete:

İman gücü.

Aşk.

Umut…

Olmazsa olmazım belki de bir ederim olmadığı kadar dünya denen handa açtığım kapının da kulpu elimde kalırken üstüne üstük açılmayan ve geri döndüğüm kapılardan arda kalan hayal kırıklıkları ile yenidünyalar inşa ettiğim ve içimdeki cenneti hayata geçirdiğim ve hayatta yaşadığım cehennemi cahil c/esareti ile yerdiğim ve yokluğun mizacında ve de hiçliğimin sarmalında erdiğim zirve elbet s/onsuzluğun g/izinde saklı olduğum kadar saklı tuttuğum servetim…

Kaskatı kesilmiş olmam gereken bir andan ansızın firar edip delicesine esen rüzgâra da eşlik etmenin ötesinde hayallerimi gerçek kılmanın verdiği güç ve arzu ile ve de o öz-güven duygusunda saklı sevginin ölümsüz neferiyim…

Her kal geldiğinde, kendimden gittiğim…

Dünyanın ve insanların lal dilinde açık ara farkla hüzün denen kulvarda elimde tutuşan kalemle biliyorum ki: yaşamak hayli eğlenceli üstelik çektiğim bunca sıkıntının üzerine daha da büyüyen inancımla ben nihayetinde Rabbime ve kendime ulaştım…

Eylemler.

Edimler.

Her enstantane.

Her yürek.

Her fasıl.

Her hâsıla.

İade-i itibarı iken hayatın…

İnhisarında zamanın ve mekânın lakin ansızın mekânsız ve zaman ötesi bir yolculukla da eşleşti mi bedenim ve ruhum…

Bir bilinmeze gark edip de tek bilindik duygu iken; kalemin hızına ve hazzına doyamadığım bir o kadar acılarla beslenip dik başlı bir acıda bir dik açı olabilmenin de verdiği haz ve şükürle infilak eden yüreğime atıfta bulunduğum binlerce cümle kurmanın verdiği huzur ve sükûnetle arkamdan defalarca hançerlendiğimi de unutup umudun eşiğinde sevginin beşiğinde inancın da her zerreme nüfuz ettiği kadar telaffuzu imkânsız her ne varsa dile getirmenin verdiği huzur ve mutluluk ve de coşkuyu hiçbir şeye ama hiçbir şeye değişmem…

Mademki Zerdüşt böyle buyurdu…