‘’Şimdi her satırı, ‘’bu satırı da neden yazdım?’’ diyerek öfkeyle bir öncekine ekliyorum.’’(Oğuz Atay)

Ödünç verdiğim ama ödün vermediğim düşünce ikliminde sekiyorum sözcüklerin değil naftalin kokusu o kitap kokusunda saklı bir m/eziyet olduğumun da bilincindeyim hani.

Söylenmemiş ne kaldıysa yoksa…

Söyleyecek bir şeyler varsa hali hazırda…

Ve işte tutuştuğum kadar da tutturuyorum bir çocuk gibi ve başımı annemin göğsüne yaslıyorum…

Yaslı adaya sürgün edilmişçesine her gece ruhumda bakaya kalıyor oysaki hep aynı minvaldeyim.

Şehrin dokusu.

Şiirin d/okunuşu…

Ve Erosun oku…

Koku aldığım kadar özenle kokmak istiyorum ve de ölümü kondurmamak üstüme ne de olsa gün geçkin ne de olsa gece ölümlü ne de olsa mezar taşım birden fazla.

Paye verdiğim duyguların harında.

Parantez açtığım satırların başında.

Sözcüklerin yangınında yâd ettiğim dünün nazında saklı iken niyazım rengim soluyor ansızın ve işte bir suskuyu sırtıma geçirip bin bir renk diliyorum Tanrıdan ve de paye vermesini kalemime ne de olsa günlerdir aylardır hatta nerede ise bir yıldır kalemim duraksama dönemini yaşıyor…

Ayaklarım değil el parmaklarım gidiyor gerisin geri.

Verdiğim hangi açık ise artık ruhum da yüreğim de ardına kadar açık iken zamanla tükendiğini hissediyorum söyleyeceklerimin oysaki hüzün hali hazırda yakamdan düşmezken ve ben hüznümle beslenir hayatı da bestelerken…

Kapalı bir kutu olma ihtimali.

Yoksa bir paranoyada mı saklıyım?

Bir izbeden firar eden bir kıvılcım belki de ve yangına dönme ihtimalimle yâd ediyorum dünümü.

Delişmen rüzgârsa nifak sokarken kalem ile ruhuma ve rüzgâr her hızlı estiğinde benden birer parça olan sözcüklerim rüzgâra kapılıp terk ediyor beni ve evet: ben de terk etmek istiyorum bende saklı onca beni:

Anne yarım.

Çocuk yanım.

Öğrenci kimliğim.

Dünde kalan meslek hayatım.

Arz ettiğim.

Ar bildiğim.

Arsız bir kurşun iken seken arsız bir kuş iken kaldırımda yürüyen:

Ha Anka Kuşu ha Kaldırım Serçesi ve işte mikado çöplerinden inşa ettiğim bir yuvanın minvalinde rüzgâr sayesinde enkaza dönen bir yaşanmışlık bir yaşama mimarisi ya da yaşaran gözlerinde bulutların uçuşan polenlerden kendime bir bahçe yarattığım ve de bahçenin en görkemli çiçeği iken gözden düşen bir yaş gibi kuruyan toprağında öykümün kuram dışı varlığımla kurada çıkan bir amorti gibi sözcüklerin tekkesinde zikri fikri bir kalemin de idam sehpasında adadığı ve yediği son öğün gibi…