Card image cap
İstanbul olmak vardi şi̇mdi̇

Bir seferi cümle, badireler yüklü nice öğün sükûn dilendiğimiz günbegün hüznü de ifşa eden muadil ömrün…

 

Kıvama geldi mi gün, sevecen yüreğin tebessüm yüklendiği binlerce öğreti tasniflediğimiz kadar tedarik etmekse mutluluktan ibaret bir cümleye serildiğimiz…

 

Kucakladığımızdan firar eden kavuşulası bir özlem.

 

İri desenli şehla gözler ve iklimden sarkan türküler ve işte belalısı yüreğin paye vermekse aşka ikramı ve idamesi aralıksız bir hüzün hırkası şiire giydirdiğimiz yamalı ömrün de yongası o derin tevazu ve çökkün omuzlarında şairin ümmetin de görülmeye değer hani sevinci.

 

Bir düşün kaçıncı perdesinde saklı mutluluk ve yeis dolu ömrün de bekası iken şiirler tebessümlerimi kundaklıyor zaman ve yorgun beyitler saklanıyor gizin peşinde hüsran odaklı bir manivela ki rotası sabit olsa da ömrün zaman zaman dümeni kırıyor şiirlerin kaptanı…

 

Aşkı azat etmedi melekeler.

 

Yüreği harabeye çeviren mesafeler.

 

Kuyucaklı Yusuf belki de aşkı azığa alan bir hünkâr şimdi gönüllüyüm ölüme aşkın da kırık tetiğine b/asılı cümlelerim ve yorgun hayaletler düş ikliminde nidalar ekiyor havanın ağırlığına da yükleniyor bil mukabil dercesine bir yorgun fıtrat ki gazeller sunuyor fermanı yırtık şüheda gölgelerin de çektiği kabir azabı ve işte kurşunlanan güne öğütler yağıyor bir hutbe ki kuruyan boğazında İstanbul’un mezarlar açılıyor yorgun günlerin yüzü suyu hürmetine kefenler saçılıyor hırpani göğün de yokuşlarında aralıklı düşler sunuluyor bir bir:

 

Yalnızlık İstanbul’un sihri.

 

Kefaret yüklü o örtülü ödenek misali tüten duman ağır aksak havanın da rehaveti.

 

Kuluçkada düşler ve umut teknesi düştü yola bir kez.

 

Azınlıkta mutluluk ve işte hoyrat cümleler yorgun tayfası iken şiirin bir dilenciden bana seğiren o sevgi dolu tebessüm.

 

Selamın sihri.

 

Aşkın na’şı ve gölgem.

 

Yorgun yokuşlar ve kanamalı surları ile şehrin gölgesine sığınıyorum ve İstanbul’a bir kez daha âşık oluyorum.

 

Gönül soframda yedi tepe bense zirvesindeyim sekizinci tepenin hatta ta kendisiyim o tepenin tırmandığım kadar sırtımı yasladığım endamlı tepe aşkın da mezarı iken yamaçlarındaki uğultu ve şaklaban kuşlar gagalarken ölü ruhumu.

 

Bedenimle kemale erdim ya ömrün bütçesini de dürdüm yoz sesinde nefsin kayalar ufaldı da düştü peşi sıra hüznün.

 

Kanaviçe desenli rüyalar yoldan çıkardı geceyi.

 

Gecesefasını sürdü günün.

 

Günde kaykıldı mevsim.

 

Mevsim de düştü gözünde şairin ve yuvalarından fırladı kuluçkadaki şiirler…

 

Endamlı bir hüzün perdesi ve aksanı şiirin.

 

Şirret gölgeler mağdur yüreklerin de kefenine sızdı ansızın ve nüksetti o cereyan üşüyen ve derinden derinden üşüten vecizeler…

 

Bir parmak da bal çaldım ağzına mevsimin.

 

Günü ördüm.

 

Günü övdüm.

 

Ne dündüm ne gün.

 

Ne şarkıydım he hüzün.

 

Ne yalan ne yalancı.

 

Bir şahika ki kanadına sığındığım o yabancı.

 

Elemden mütevellit yaşı kemale eren ölü mevsimden taşan sağanak aşkın serenadı iken özlemin de bedeli…

 

Seğirten imgelerden çaldım ben bu sihri ve d/okuduğum her heceye uzandım sefil benliğimle.

 

Hüznüme katık yaptığım şehir.

 

Aşkın da bekası iken sokakları yalnızlık tüten kara duvağı mevsimsiz ve ötelenmiş ıssızlığı ile yüreğime serili surlarında yaşattığım sırlarıma kefil olan…

 

Maviden ibarettim öncesinde.

 

Aşkın da hülasası titremişti köprünün ayaklarını ve yüreğime balyoz yediğim şiirler uğruna yazdığım şehrin de ta kendisi içimde yaşayan o hüsran şarkısı sözcüklerin tınısında kaybolduğum bir yalnızlık türküsü iken mikado çöplerinden gölgeler inşa ettiğim kara duvaklı şehir ve ıssızlığın güftesine serildiğim bir bir…

 

İstanbul olmak vardı şimdi.

 

Olmadığım ne malum, azizim?

 

Tüten ışıklarında sisli dumanların da kanaviçe desenlerine ektiğim şarkılardan çaldım ben bu duyguları ve fısıldarken İstanbul…