Anlamsızlığın tedirgin ettiği bir lahza adeta.

Düşperest yolculuğumda sökün eden d/okunuşlar.

İlahi bir rengin coşkusuna vakıf sıra dışı bir canlının aslında kendini sevmeye özlemi.

Sarkaç kırık.

Ruhlar kayıp.

Edilgen bir şiirde tasniflediğim batıl ayraçlar.

Gün pişekar güneş huzursuz: bozulan dengesinde doğanın kumdan adamlar saat tutuyor adeta ve işte eriyen kum saati her zerre kendinden mustarip İlahi bir akım belki de bakıma girmiş beden ve ruhların da tek özlemi iken sevilmeye dair bir titri şair üstüne alınıp bir o kadar bangır bangır bağırıp dikkatini çekmeye çalışır iken Tanrının.

Meali yitik bir hece aşk’ ın şah damarı.

Etken bir yenilgi içten dışa süngülenmiş kapı ve tokmağı.

Sünepe gölgeler saklı kapının açılmayan içinde ve şerrine lanet okunan iblisim hedeften saptırmaya doğru o taarruzunuza da tanıklık ederken şair.

Öznemle kavgalıyım: hani, özümsediğim özneme duyduğum özlemin bir adım sonrası.

Reşit addedilen hüzün yüklü sarkacım, elimin tersiyle ittiğim hayatın alametifarikasında isyan eden yalnızlığım.

Dudak payı bırakıyorum kalemin uzunda.

Uzun uzadıya yorduyorum da hayata ve yorgun kıbleme sığınıyorum.

Ruhun firarı olası ne de olsa fedaisiyim kaderin bir o kadar kederin.

Hızını kesti hüzün sarkacım ve endamlı bir gülücükle kucaklıyorum en azından yeni günü adeta yeni bir başlangıç yapacakmışçasına öykündüğüm şu deli rüzgâr.

Redifler suskun mizacım gibi.

Yüreğim dökük Arap Bacı gibi içerliyorum efendime:

Efendim kim mi?

Esiri olduğum bir nesir ya da bir şiirin ilk dizesi ve bir öncesinde saklanmış iken şiirin hikâyesi.

Düşler Bulvarı, volta attığım.

Esrikli ruhum kaçamadığım bedenim.

Bir yenilginin daha gün dönümü ve binlercesinin yıl dönümü.

 ‘’Kimseler görmedi Ömür Hanım, bu dünyadan ben geçtim…’’(Alıntı)

Alacası yalnızlığın bense bir bulut tedirginliğinde asılıyım ruhun serili kancasına d/okunmakla ölmek arası.

Meali tükenen sözcüklerin dumanıdır ruhumu d/ağlayan.

Bir firarın da infilakı.

Cürüm işler gölgeler ve cüret ederler beni benden çalmaya ki çaldılar da.

Bir algı yanılması asrın vebası tüketilmiş benlik.

Bir de veryansın eden ruhun dilemması.

Kül rengiyim.

Gül rengiyim.

Dilemması dikenlerimin kul hakkının yendiği zamanların öncüsü kayda değer bir milatta saklı milenyum çılgınlığının da damgasını vurduğu.

Issızlığım babadan miras ismim de.

Algı eşiğinde seken bir Anka’yım.

Hicrine tanıklığım suskunluğun ve hicvinde yalpalayan ayaklarım zaman denen minvalde zuhur eden mekân denen yanılsamada rengi solan bulutun gölgesinde iflah olmayı bekliyorum.

Hüsranın yıl dönümü.

Mevsimin iz düşümü.

Yitik cümlelerin bir sonrası.

Yatıya kalan gecenin cüretkâr örtüsü…

Örtülü ödenek gibiyim.

Maya çaldığım her duygunun da mirasçısı bir çöl çiçeği.

Her düş çılgınlığın ta kendisidir içine düşülesi bir t/uzaktır çünkü düşler.

Bir lahza tedirginliğinde peyda olan.

Gerçeklerin akan çatısında biriken nidalar misal.

Sıfatsız yolculuklar ise şairin ömür törpüsüdür sıfatsız bazense tanıdık bir sima ile rastlaştığımız camı örten perdelerin arkasında seken firari kuşlar misal.

Kader cebbardır keder ise bir üst kademede terfi bekleyen bir yanılgı misali bir yenilginin de ertesi düztabandır sözcükler bir başına kalmışlığında şairin şehrin ve de ilhamın tetiklediği.

Soyut alfabede gülümser alıcı kuşlar ve her bir gülümseme aslında ölümü çağrıştırır.

Ölümse sekant uzunluğunda.

Yaşam bir asra bedel her saniye tetiğini de çekti mi aşkın ve işte kumpası özlemin seken sözcüklerle iştigal bir güftede saklı şairin hikâyesi bestesi kâinatın ise yorgun ve gamlı notaların paralelinde izini sürer umudun.

Tecrit edilmiş her yaşam.

Tenkit edilmişken yine her yaşam.

Tasfiye edemediği şairin tahliye emrinin ise sırasını beklediği…

Ve sırasını savar şair.

Önce suskun.

Sonra yılgın.

Kımıltısı ömrün ve elinde tapu senedi yazmakla yanmak arasında bir yerde yaşamın ölümle sürtüştüğü bazen hüznün umut ile cilveleştiği…

Yorgun ruhlar bulvarında fink atar kalem önce şiir olur çağlar sonra bir susku geçirir üstüne elbet son söz okuyucunundur.

Andıkça dününü.

Ar bildiği kalemin de dürtüsü ile yazmadığında ölür şair yanmadığında yakarır Tanrıya ve kutsanmış imgelerle örter üstünü yorgun bedeninin ne de olsa her şiir bir aldatı…

Ne de olsa her nesir bir karamboldür ve ölmeyi diler içten içe ölümsüzlüğe şerh düştüğü her şiir ile de yaşarken kaderini…

Kederin nüfuz ettiği.

Cehaletin öncüsü iken boşluk.

Sarmalında bilinmezin hibe eder ruhunu bazen suskun bazen nutku tutulmuş deyimler ve vecizeler bir ara nama niteliğinde kaderi ve geneli tenkit ederken aslında gizli bir aşkın da peşine düşmüştür şair.

Kendiyle mukayese ettiği kalemin dürüst belleğinde bir toka niyetine asılı kaldığı sonsuzluğun verdiği ilhama yenik düştüğü müddet zarfında yasını tahliye etmenin de diğer adıdır yazdıkça büyüyen bu imkânsız aşkın coğrafyasında sadece bir zerreye tekabül etse de yazarak çoğaldığını beyan eder simli ruhunun sihirli yazın dünyasında bir ekin mahiyetinde iken içine düştüğü bu imkânsız aşk diğer adıyla edebiyatın dürtüsünde acının güdüsünde şerh düştüğüdür de İlahi Aşk…

Bir metafor gibi kavuşulmaz.

Bir meltem gibi dokunulmazlığına da yenik düştüğü kalemimin verdiği emre itaat etmekse hem ülküsüdür hem de aşka düştüğü ülkesi…