
İmza: çöl çi̇çeği̇
Bir bulutun endamına sahip şiir ve
isli yüreklerin tozunu attığı bir düş ertesi çakan gözlerimde nakkaşın oyuntusu
bir gölge ve feveran edip de şiire takılan çelme aklımın koridorlarında
yüreksiz sitemler şehla bir yalnızlığı daha soyarken hece hece.
Köhne mihmanlığında.
Sevdalı seslerin de hoş görüsü iken
içimin pazarında deyişlerin sökün ettiği.
Kıyısından köşesinden sahiplenmek:
önce ömrün sömürüldüğü sonra da aşkın tebaasının yitip gittiği.
Bir düş perisine daha ihanet ederken
ve kılınan namazı adarken ölülerime hangi mizansen tanımlar ki içimdeki kırık
atmosferi?
Feri sönen alacalı kuşun ç/ağrısı
içimden içre bir yolculuk her rengin azat ettiği beyazı sürerken saçlarımı
dibine.
Ötenazi yaptığım bir mevsim,
adaklarımda kurşun döktüğüm ve yollarına güller serptiğim düş perimle
uzlaştığım her geceyi aşkla ince ince işlediğim ve dillenen maruzatım.
Peyda olan zifiri karanlık oysaki
şiirlerin ışığına hasret düş perimle çıktığım yolculuk şimdimden yoksunum madem
yetindiğim mazime bir çelme takıp da yarının indinde illa ki sükutu hayale
uğrayacağımın da minvali.
Tok sesli bir aşk.
Tok gözlü bir âşık.
Sanrıların coştuğu bir alt yazı belki
de pejmürde bir hitapla söndürdüğüm ışıkları hala ışıl ışıl yanarken görmek
gözlerimi her kapattığımda önümde uzanan ışıklı bir yol ve hadislerin eşliğinde
göğe göz kırptığım; aşkın da her katresinde boyunduruğuna girmenin verdiği
coşkuyu kutsayan Tanrı.
Sevecen ve ihlaslı yürek… asla
çözemem sırlarımı ve söyleyemem de taşa tutulan bir yetim şiirin başını okşayıp
ben senin annenim de diyemem.
İzahı yok işte dünün ve yarın mizaçlı
hayallerin de tuttuğu dalı kesemem ne zamanki ıssızlığım şerh düşse hecelerime.
Soluk teninde bulutların ihtiraslı
bir rüzgâr belki de içimin dağınıklığında sadece dilediğim sadece dillendirdiğim.
Muteber bir ses tonuyla severken ve
halis munis bir sevdayı da azığa çekerken.
Azınlıkta ruhum azımsanmayacak
yalnızlığıma kul köle olan düş perimle sözlendiğim bir yaz sabahı.
Her perdeyi kapadığımda yanan bir
fer.
Her mumu söndürdüğümde ateşin
sıçradığı bir mizansen.
Şimdi göğün kanatlarında kısa bacaklı
taylar şaha kalkarken ben öğütüyorum düşlerimi yol yakınken uzaklaştığım ve her
uzaklaştığımda safiyetime sığınıp çocuklaştığım.
Lanetin de sür git realitesine ters
düşen bir yenilgi işte telaşla sevmeyi matah bir şey sanıp henüz kendime
sıranın gelmediği…
Sonlanmıyor da ve asla sonlanmayacak.
Israrla şerh düşmek sevgiye asla işe
yaramıyor ve yaramayacak da.
Aşk, diyorum azizim hele ki insan bir
kez aşka düşsün ve geliyor arkası: yeniden ve yeniden severken bilmiyor da
insan ırkı bu aşkın hem mubah hem gerçek olduğunu.
Kalbin ısısını asla ayarlayamıyorsun
neticede patlıyor ısınan lahit ve kendi gözyaşında boğuluyorsun. Artık ipliği
çıkıp da pazara aşkın ve sen her ne kadar bilinmezin mealine denk düşsen de
bilindik heceler yetmiyor ve asla yetmeyecek.
Israrla seviyorum, azizim.
Seviyorum yeri göğü.
Merdi namerdi.
Aşkı ve aşkı satılığa çıkaranları.
Öyle ki kendimi sevmeye sıra gelmiyor
ve dokunurken kendi yüreğime karıştırıyorum yüreğimin yerini ve rengini.
Kuş kanatlarında ölüm dilleniyor
mersiyelerin de yaftalandığı bir ara sıcak iken aşkın imkânsızlığı ve kat
çıkıyorum gök kubbeye: Araf’ta olduğumun bilincinde merdivenlerden iniyorum
yeryüzüne.
Alı al moru mor duyguların atıfta
bulunduğum şiirlerin uğursuzluğuna inanıp kendime inanmadığım.
Methiyeler diziyorum, azizim en
sonunda kurşuna diziyorum kalbimi ve sayfa atlıyorum mutlu son’a bir an evvel
ulaşmak adına lakin her hikaye mutlu sonla bitmiyor hele ki mevzu bahis kendi
hikayen ise…
Sahi, sen neresindesin bu hikâyenin
yoksa henüz okumaya başlamadın mı?
Ne gam, azizim; yazmadan duramam ben
ve sevmeden de: ne senle ne sensiz…
İmza:
Çöl çiçeği.