Ülküm ve ülkem, coğrafyalar aştığım
içimde saklı bir tebessüm adeta üstüne basa basa kötülüğü ve olumsuz ne varsa
imha ettiğim akabinde ihya ettiğim yüreğim.
Kürediğim bir boşluk içimdeki sökün
etti edecek.
Kardığım o lahza bense koğuşta yatan
bir er gibi feri iken ölümün ve kulaklarımdan gitmeyen:
‘’Koğuş kalk…’’
Sahi, emri veren kimdir?
Kindar olması mümkün mü sahi Eylül
sabahlarının ve perçemime doğan ay gibi doğurgan hüzün gibi meali yitik şiirler
nasıl da bir cendereye hapseder beni.
İtiş kakış hayatım.
İbresi kırık bir terazi.
Öfke kontrolüme sadık kaderime razı
ısrarına sessiz kalamadığım karanlık ruhların küf kokan nefesi.
Ayıltmaya çalıştığımsa kalemim
nüfuzunu ve sözcüklerin nüfusunu hissettiren.
Bir yakamoz çığlığı hasretin
dönencesi.
Çığlık çığlığa satırlarım kan
bulaşmışken üstüme başıma bu da yetmezmiş gibi saçıma yağan kara da yok iken
itirazım.
Bir nebze de olsa mutlu olabilirdim
hani.
Nazik bir reverans iken çağlayan
sözcükler ve çatlayan sabır taşım artık hangi minvalde sektiğini bilemezken ve
içimdeki tezgâh aslında can pazarı canımdan canımın gittiği.
Üstelik hiçbir duygumun yok uyruğu.
Uyduruk şarkılarsa kapsama alanımın
dışında hatta tüm şarkılar en çok da nefesi tütün ve küf kokan yaralı âşıklar.
Azadesiyim ömrün.
Azık bildiğim bir kelime sadece bir
kelime ve işte o kelimeden neşreden yolcuğum kâh nesir kâh şiir kâh kaygı kâh
verdiğim kayıplar.
Tesir altında kalmak istemediğim bir
kehanet belki de ve işte çanlar benim için çalıyor.
Ölümü kolaylıkla irdeleyebilirim
yeter ki azat edileyim bedenimden ve köpüren denize bir o kadar ben öfkeliyim
hele ki deniz gözlerinde annemin yaşadığım yaşattığı çaresizliğe de tanığım
madem ve minvalinde hüznün boykot ediyorum ömrü dikenli yollarına takılıp
düşmemin ertesi yine ve yeniden ayaktayım çünkü böyle buyurdu yüce Mevla’m…
İhtiva edilesi acının iz düşümü ve
muğlak bir günde muntazam bir duruş sergiliyorum ve nerede ise koptu kopacak
tuttuğum ipler hele ki ipe sapa gelmez engebelerin ve engellerin rüştünü
ispatladığı bir geceden kalma ise yalnızlığım.
Ruhun mefkûresi…
Yalnızlığın da menkıbesi.
İklim serkeş ruhum çalkantılı
gözlerimde yüzüyor kâğıttan gemiler ve acım büyüdükçe ben küçülüyorum ve
minnacık kalıyorum koca cihanda gel gör ki: inancım tam ve sevgim ve umudum
elbet meyvesini toplayacağım bu bekleyişin.
Randıman alamadığım nice güzellik
içimde saklı.
Rica üzerine sevmiyorum hem ben
insanları…
İsyankâr voltalar atıyor sergüzeşt
sözcükler.
İmla hatalarım olmasa da ben ettim
ben bir kere tüm yanlışlarımı.
Duyguların her çentiği bir şiir…
Şiirlerin her bir dizesi içimde saklı
bir kilim.
Boca ettiğim hiçbir duygum kalmadı
artık: münazara etiğim de ve mümkün mertebe kıyılmasın diye içim kıyamdayım
aralıksız.
Bir gemi kalkıyor yüreğimin
limanından bense tüm gemileri yaktım.
Ulu orta dolaşıyor öfkeli insanlar ve
nidaları kardığım düzlüğün bir dağa bir kıvrıma bir yamaca döndüğü ve ihbar
ediyorum evrene bir başıma kalmışlığı.
Hoyrat rüzgâr şapkasını uçurdu
harflerimin.
İmla hatalarımı da kimse düzeltmesin
çünkü iyisi kötüsü o sözcükler ve kurduğum o cümleler benim bana dair benden
bir parça sektiğim gün sarktığım pencere ve ifrata kaçan duygularla kürediğim
yazgım nasıl ki başımın tacı ve işte susan iç sesime bir çimdik atıp harekete
geçiyorum ne de olsa yüreğim ve ip atladığım sözcükler ve de bendeniz öksüz
kalmaya asla hazır değiliz üstelik bir ömre yayılmış yetimlik yetmedi mi…
Gök delik.
Yeryüzü kayıp bir minval.
Öğün atladığım günlerin ve yılların
bir önemi yok artık ve hızına yetişemiyorum Azrail’in ve son hamleye bir adım
kala…
Adı’ mı sayıklıyor kader ve de keder.
İçtimada bir gece.
İnzivada gözümü tutmayan uyku.
Tek tutanağım değil asla çift
gördüğüm acıları ve şeşi beş iklimle istişare edip yakasından çekiştiriyorum
ilham perimin ama o da bıktı benden o da ayrı bir düzen kurdu yine de pes
etmiyorum ve paslaştığım kadar sözcüklerle pansuman yapıyorum kanamalı
düşlerime ve biliyorum ki: hayat ve acılar tekerrürden ibaret.