İlahi̇ çağri
Dara düştüğümün ihbarıdır bekleme
yapan şiirin küfesinde saklı kimi zaman sıkılganlık belki de emsalsiz bir özne
olma aşkıdır fıtratın gizinde aşkın da izinde soluklanan heceler.
Maviden şehir.
Pembeden yollar.
Ve düş ambarım, sevgilinin nazında
saklı iken ilham.
Aklımı madem sözcüklerle yedim şimdi
sırası mıydı kitabın sonlanması?
Olsun ben de yeni baştan yazarım
hayatın albenisine kandığım kadar reşit bir alfabe bildiğim yürek iklim.
Damlıyor alın terim.
Damıtıyorum da hüznü.
Ela parıltıları göğün oysaki az evvel
kapandı perde ve düştü yolum sözcük bahçesine.
Rüzgârın da tutulan nutku: eh, ne de
olsa elim mahkûm: öyle ya rüzgardı kanatlarımı koparan ve aşktı beni yeni
baştan yaratan.
O İlahi Çağrı…
İşte acılarım dindi dinecek ve
arkamda sökün eden yolcular çekiştirirken yakamdan.
İyi de ben ineceğim durağa henüz
varmadım.
Lanet mi okuyor yoksa şoför oysaki
gülümseme idi paranın üstünü almadığım ve içtenlikle teşekkür edip oturmuştum
da koltuğuma.
Yine şimşek çakıyor hem de yazın
ortasında.
Fırtına az evvel b/içmişti ruhları ve
ruhlarla özdeşleşmiştik hele ki o miski amber kokuları yok mu…
Ve yine dur, ihtarına uymuyor
bindiğim otobüsün direksiyonunda gördüğüm yoksa maket eller mi ve ruhsuzluğun
kitabını yazan şafak ve insanların da muadili iken kimi zaman saklanan o benlik
ve yoksunken vicdandan…
Bilemedim işte son durağa gelmeden
işimin biteceğini ve yarım kalan ne çok şey var arkamda.
Sözcükler kalbime basınç uyguluyor ve
hala resmediyorum hayatı oysaki uçurumun dibine savrulduk biz tüm yolcular ve
hala rüzgârın sesini duyabiliyorum yoksa rüzgârı da mı savurdu kirli insanlık?
Mevsimin s/üzgün gözleri ve lanetin
fısıltıları.
Hurafeler.
Lanet benzeri sökün eden yalnızlık.
Duvarları dahi delen bakışlar ve
rimeli akan gökyüzü.
Bir hutbe ise içimdeki fısıltı.
Bir gaye ise edimlerde saklı.
Bir rubai belki de mezar taşıma en
yakışan.
Hala duramıyorum ve hala düşünüyorum
ve hala tutkuluyum aşkın eşrafı iken şiirler yazmanın da ötesinde bıçkın
imgelere söz geçiremediğim.
Derken alyuvarlarla akyuvarlar ye
değiştiriyor ve yürek çarpmaktan men ediyor vücudumu.
Mutumun tekeri mi kırık?
Muhalif varlığım sonunda vardı mı
nihayete?
Ya, yazmadığım şiirler ve izini
sürdüğüm şehir efsaneleri…
Ölümün bağrı açık; aşkın da yüzü ve
peçesi dalgalanmış bir matem belki de aşkın bayrağını çeken gökyüzüne.
Bilinmeze verdiğim selam ve hep
bilemediklerimle bilindik bir yolda duygularımı güderken…
Mihrabı yerinde gökkuşağının ve de
aşkın neferi iken yıldızlar ve hala yanıp sönen yürek gibi çıkmazdan firar edecek
iken meali şiirlerin ve işte aşkın dokunulmazlığında hüzün peşrevi sükûn
dileyen bir seyyah yürek ki aşkı çoktan ihbar etti Rabbine en çok da özlemini
İlahi Aşk dindirecekken…
ŞAİRİN MUKADDİMESİ
Bana sor sevgili kaari, sana ben söyliyeyim,
Ne hüviyyette şu karşında duran eş’ârım:
Bir yığın söz ki, samîmiyyeti ancak hüneri;
Ne tasannu’ bilirim, çünkü, ne san’atkârım.
Şi’r için “gözyaşı” derler; onu bilmem, yalnız,
Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!
Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyliyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!
Oku, şâyed sana bir hisli yürek lâzımsa;
Oku, zîra onu yazdım, iki söz yazdımsa
Mehmet Akif Ersoy
Başka söze gerek yok kardeşim,okudum ve bu güzel enfes üstadımızın şiiriyle yorumladım ,selamlarımla.
Çok değerli ağabeyim yüreğiniz dert görmesin.
Çok teşekkür ediyorum kıymetli ağabeyim.
Sonsuz selamlarımla
Mihrabı yerinde gökkuşağının ve de aşkın neferi iken yıldızlar ve hala yanıp sönen yürek gibi çıkmazdan firar edecek iken meali şiirlerin ve işte aşkın dokunulmazlığında hüzün peşrevi sükûn dileyen bir seyyah yürek ki aşkı çoktan ihbar etti Rabbine en çok da özlemini İlahi Aşk dindirecekken…
Yüreğine sağlık arkadaşım sevgilerimle...
Çok çok teşekkür ediyorum canım arkadaşım.
Sevgim seninle...