Deforme olmuş miladın yıl dönümü her
ölgün gün yüz sürdüğüm bir rabıta aslında mevsimsiz kaygılarımın tuzağa
düşürdüğü aynı ben.
Aynaların sır yüklü dokusunda bir
inilti içimdeki kurbağanın söylendiği oysaki ben öpülünce yakışıklı bir enkaza
dönmeyeceğim ne de olsa aşkın başkaldırısı çoktan sonlandı; aslında aşkın
yitiminin yıl dönümü aralıksız kutladığım bir yenilgi.
Yanılgı yüklü kibirli ömür.
İhtimamla severken yanıp tutuşan
sadece iklimin rüzgârla ilan ettiği seferberliği.
İfşa etmekse aslında koca bir yanlış
bu anlamda kendime kızgınım ötesiz ve öncesiz ve yansız bir kızgınlık günümü kâbusa
çeviren sayısız yanılgı ve alaşağı edildiğim soytarı bir coğrafya yine iklimin
kurak çöle dönüştürdüğü yerküre.
Açılımı ne ki gizemin?
Bir başkaldırı?
Bir tahayyül?
Tercüme etmeye uğraştığım bir özet mi
aslında aynı dilden konuştuğum sayısız insan, üstüne üstük aynı dinin ve aynı
coğrafyanın mensupları.
Beklentim ne miydi?
Hiçliğimi sonlandırdığım bir
kabulleniş belki bana insanlardan yansımasını arzu ettiğim.
Bir araz mı?
Yoksa bir ahraz?
Sorular çok gereksiz ne de olsa alan
bilgim ölçülmüyor ve dirseklerimi çürüttüğüm o zorlu yıllara bazen meydan
okuyorum bazense lanet.
Sonlanması gereken aslında benim ve
kalemin dürtülerini yok sayıp da nokta koymam gerekirken…
İzahı yok işte.
Asla da sunamayacağım.
İfa ettiğim binlerce cümleden sonra
hala kaldı mı söylemediklerim?
Aslında daha ne söyledim ki, demenin
gayreti içerisinde filan da değilim belki kuluçkadaki yavrularım gözlerini açıp
da benden sevgi dilenirken bu sefer ben mi ihanet edeceğim Tanrıya ve doğaya?
Aslında çoktan karşı geldim ben
tabiata.
Issızlığımı kabullenip de ıssızlığıma
sığınırken sadece insan ve cins ayrımı yapmadan ben ihanet ettim kendime.
Sürgüne gönderildiğim yıllar ne de
olsa kopmuştum hayattan ve kendimle baş başa kaldığım yılların ardından kalemle
yolum kesişip de bir araç mı olacaktı yazdıklarım doğru insanlarla iletişim
kurmak adına yoksa bir amaç mı olacaktı yazmaya çalıştıklarım?
Kâbusun getirisi.
Tepkisizliğin suçunu bizzat
üstlendiğim belki de nerede nasıl bir tepki vermem gerektiğini bilmeden.
Sunumu ne ise, demekse kabulleniş
benim değiştirmeye çalıştığım sadece hayatımda yapacağım bir değişiklik ile son
vermek miydi çaresizliğe ve yalnızlığa?
Sözcüklerim merdiven altı değildi ve
asla da ihanet etmemiştim bu güne kadar.
Lafı güzaf.
Kaynayan değil de kayan zemin aslında
içine düştüğüm ateşin beni hala üşütebildiği.
Kambersiz düğün mü olur, pek bir
revaçtaydı ne de olsa.
Tutunduğum kadar tutulduğum doğası
aşkın aslında belli birine yönelik olmayan aslında beni adım adım Rabbime
ulaştıran ve çok geç fark ettiğim bu İlahi Ateş.
Sözcükler sadece vasıtaymış.
İnsanlar da.
Edimlerimde ne yakarış ne de
vazgeçiş.
İzleklerde destursuz suretler aslında
altında ne olduğunu merak etmediğim çünkü maskelerini göremediğim.
Vasıfsız olmaksa hayatın sunumu ben
vasıflarımı iyice bellemiştim.
Kanaat ettiğim.
Kıt kanaat mutluluğa razı olduğum.
Gölgemle barışık iken ansızın düşman
kesildiğim gölgem belki de gölgemin bile artık benden medet ummadığı.
Ya ben, neyden medet umuyorsam…
Yalın olmaksa suçu bu izdihamın
küfemde binlerce yenilgi ve hayal kırıklığı.
Ancak ve ancak ölümün değiştireceği
bir yazgı ve katıksız rahmetin sunumu ile hala direnebildiğim.
İkramı olmalı beyitlerin…
Zanların tutuştuğu o firarda saklı
edimler ve hak malikleri iz sürerken.
Boyalı yüzlerinde ölümlü imgelerin
şehirli kadınlar…
Duru güzelliklerine tek zerre allık
kondurmayan Anadolu’mun kadınları.
Sözcükler ve firar eden insanlar…
İnsanlar ve infilak eden haykırışlar.
Tutumlu hayatlar; tutumsuz aşklar ve
çocuklar bazen bir topun peşinde bazen bir düş’ün bazense kaybolup giden ve
ardından kötü haberleri gelen…
İhbar ediyor mevsim karınca adımlarla
büyüyen yorgunluğumu sonra da tasfiye ediyorum şehri ve kodaman düşlerde
yanılgı yüklü ahkâmlar derken teninde kabarcıklar ana haber bülteninin ve şen
sesinde spikerin acıyla asla örtüşmeyen bir sunum oysaki yanan bir yürek daha
asılı kalıyor mahşere yakın ve kayıp giden yıldızların yasını tutmak varken
araya reklam giriyor.
Örtülü ödenek ne de olsa.
Hava cıva aslında tüm olup biten.
Bir de saklı tutulan.
Bir de sancılı hayatlar.
Bir de sarkacı kayıp bir delalet ne
de olsa mevsim serdi örtüsünü tüm insanlığa ve sahillerde ölü balıklar çiğnenen
vücutlarına yosun yapışmış iken katili kayıp ölü iklim.
Haşmetli bir duruşu var kimi gölgenin
ve kimi yorgun elemin.
Aşk acıtırken.
Aşk batar ve kanatırken.
Ve de aşk ihya edip coşkuyu da
sırtlanmış bir bir yürekleri g/ezerken.
Maviden kayıklar; maviden beyitler;
maviden umut ve siyahtan ibaret yansıyan kötümserliğin tutacağı iken yarın
odaklı hayaller oysaki iyimser bir mevsimin sırtını sıvazlamak gerekirken
sadece çuvaldızı batırmakla kalmıyoruz kendimize sonra iğne iplik dikiyoruz tüm
sökükleri ve yaraları.
Yaralar, ah, yaralar.
Ana kıta olmayı beceremeyen yarım
adalar.
Ve külüstür bir tebaa askıntı olmuş
yüreğe aslında aksayan düzende saklı bir mevta kadar soğuk bedeniyle ve soğuk
elleriyle sıcak havada bile üşüten.
İkramlar adam boyu ve görgüsüz
izlekler.
Aşkın bir batında doğumu kaç heceyi
ihlal edeceğini bildirmez ve sezdirmezken aşka itibar etmeyen hangi zümre ki
hesabını kesecek bir avazda ve aşkı da mevsimi de ihbar edecek Tanrıya…
Uyduruk bir şarkı ve uyuşuk, detone o
sesin perde arkasındaki yalnızlığı belli ki inkar ediyor aşkın dokusunu ve
ufkunu derken artı parantez konduran sistemde sitemli bir ses ile mağdur düşler
peşkeş çekiliyor acıtan gerçeklere.
Ölümün miadı mı dolan?
Öldürücü komikliği mi hezeyanların?
Buz tutan bakışlarında ve ellerinde
aşk perisinin sanrılı bir öyküyü yok sayıp da sancılı bir günü sonlandıran
maviden bir ırmak ve akışına bıraktığımız hayat…
Hayta bir kelam.
Bir espri patlayan.
Manik depresif bir vebalı sancılı
doğumunda sanrılarının tutsağı olmuş ve içindeki hegemonyayı asla
sonlandıramayan.
Titiz bir iç ses ve uyruğu olmayan
binlerce acı ve daha açık çok daha açık bir anlatımla hayatını hiçe sayanlar ya
da bir hiçi hayata yeğleyenler.
Vadesi dolan bir firar; bir ferman…
Yarın odaklı bir serzenişte gönül
isterdi ki, demenin meali iken o hoşça kal.
Hoşça kal, dünya.
Hoşça kalın dostlarım.
Düşmanıma bile hoşça kal demeyi görev
bilirken.
Gün bitiminde geceye şerh düşüp de
ansızın solan bir çiçek gibi…
Ablam kutlarım bu güzel paylaşım için.
Saygılarımla...
Sağ olun var olun.
Selam ve saygılarımla.
Tutunduğum kadar tutulduğum doğası aşkın aslında belli birine yönelik olmayan aslında beni adım adım Rabbime ulaştıran ve çok geç fark ettiğim bu İlahi Ateş.
Yazında daha öncediğim o kelimeden bir kurtulsan enfes olacak bak burada o kelime yerine ne güzel olanı kullanmışsın,gönlünde gönlümüze mısralar heceler mısralar aktı gülümseyen gönlünüzle Yıldız Hanımefendi kardeşim,sağ olun var olun selamlarımla.
Değerli ağabeyim çok teşekkür ediyorum.
Var olun.
Değer kattınız.
Selam ve saygılarımla.
Kutluyorum gün seçkisini arkadaşim sevgilerimle...
Teşekkür ederim sevgili arkadaşım.
Çok çok sevgimle.
Dost bu güne düşen güzel eserini cani gönülden tebrik ederim selam ve saygilar
Çok teşekkür ederim.
Var ol dostum.
Selam ve saygılarımla.
Çok değerli Seçki Kuruluna en içten teşekkürlerimle...