“Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir
yangının eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve
kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir “ben”e
ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımdan her döndüğümde…”
“Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür Hanım,
şiiridir, beni konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben,
kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yüreğimde, kalabalıklar,
kalabalıklar kadar büyük… Yalnızım Ömür Hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar
gibi karanlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım…”(Ş.Erbaş)
Tetiklenmiş
düşlerimden geride kalan bu kadardır belki de ve ben belirsizliğin nabzını
tutuyorum içimin izdihamında saklı bekçiler ve sınırda nöbet tutan askerler
gibi beklemedeyim ve gözetleme deliğinden göz bakışı bakıyorum hayata adeta kuş
bakışı minvalinde.
Sorgulanan uyruğum.
Reşit olduğum ilk
güne methiyeler sunduğum ama ben kaç yaşında olursam olayım çelimsiz ve sıra
dışı bir kız çocuğuyum ne de olsa bir ömrü, ‘’emre amade’’ yaşadım yaşamaktayım
da ve asla boykot dahi edemiyorum süre gelen zulmü.
Yüreğimin demir
parmaklıklarına asılı şiirlerim: şehla gözlerinde gecenin adeta randıman
alıyorum acılarımdan ve uykusuzluğumdan ve tünediğim boyutta yeni cümleler
türetmek adına iç sesimin dizginlerini bırakmışken yüreğim de inanılmaz hızlı
atmakta.
Ne bir atak.
Ne bir batak.
Sadece bir sürahi
dolusu sözcüğü seriyorum gecenin siyah tenine ve ben gece kadar masumum ve
içimdeki aydınlığı boca ediyorum karanlık mateme.
İz düşümü biten
günün.
Ve yeni güne
hazırlık mahiyetinde yazdıklarım.
Düşlerimi törpülüyorum içimdeki
izdihamı geçiştirmek adına ama adı olmayan adamlar teslim alıyor hayatımı ve
uyruğum sorgulanıyor, hayatın buğrasında ellerim karıncalanıyor.
Hiç olmadığım kadar küçüğüm belki de
bir şarkıyı mırıldanan Çingene kızdır küçük olduğumu haykıran derken görünmez
oluyor.
Hiçliğimle muhalif olduğum adaletsiz
dünya ama illa ki İlahi Adalet tecelli ediyor ve ben yeniden evrenin rahmine
düşeceğim günü bekliyorum. Ha bu gün ha yarın bekliyorum ve beklemeye aldığım
iç sesimi gece oldu mu serbest bırakıyorum.
Mevsimin uğultusu midemin gurultusu
ve yüreğin homurtusu.
Hicap yüklü gece.
Hicap yüklü gece bekçisi belki de bir
kitaptan firar ediyor gecenin işçileri.
Harcıâlem insanlar ve hercai aşklar.
Suyu nereden geliyorsa bu değirmenin
ve çarklar anbean öğütüyor ruhumdaki karanlığı bazen bir kambur gibi acılar
bazen koyu gözlerinde yalnızlığın bazense ayağı aksayan bir kuş gibi içimin
repertuarında sürekli bir kaos.
İklimin ve hayallerin seferberliği.
Tenimdeki nem, yüreğimdeki şadırvan
ve ruhumdaki uçurtma.
Bazen bir dehliz bazen bir parkur ve
aşkın hicreti.
Manidar şarkılar söyleniyor ait
olmadığım dünyada.
Manen gücüm yerli yerinde ve çelimsiz
addedilen kimliğim oysaki ben bir ömür kafa tutmuşken kelli felli adamlara.
Kehanetler var sonlanmayan.
Şehir efsaneleri var beni şiirden
saymayan.
Refüze edildiğim heceler var bazen
kekelediğim bazense soyutlandığım alfabe ve içimi ihlal eden üç beş harf ve
heceler miskin bense miski amber kokan bir şiiri telaffuz ediyorum aslında aşka
ithaf edeceğim her duyguyu geri çekip hassasiyetimi saklamaya hatta
sonlandırmaya çalışıyorum.
Yaşımın insanın değilim ve yasımın da
zamanı değil ansızın gülüyorum ansızın ağlıyorum beni bağlayan bağlamayan hangi
duygu ise karekökünü alıyorum ve aralıksız b/ölünüyorum bazense yuvarlanıyorum
yokuş aşağı artık hangi virgül beni ispiyonladı ise matematiğin sır küplerine
ve katsayım sabitleniyor elbet hitabesi yüreğin aşkın da öğüttüğü her zerrem ve
sıfır olmaya doğru yol alıyorum az sonra yutan eleman vasfımla sonsuzluğu dahi
soluyup bir çiçek gibi de solabilirim.
Çok çok teşekkür ederim