Kurşuni zamanlardan geliyorum
kovulduğum kapısından doksan dokuz köyün muhtar adayı bir kelamla arzı endam
ettiğim şiirin cephesinde verdiğim savaş bazen yerle yeksan edildiğim bazen
uçtuğum kubbede saklı iken göçmen kuşlar ve şehre dair efsaneler.
Ölümü irdeleyen bakışları var
yalnızlığın ve mimlendiğim akşamların yüzü suyuna hürmeten, kazık kakacağım bu
gidişle hüzne dair nice beyan nice isyan ve ferman, yazılası şiirlerde saklı
metanetim..
Bir direktif ise verilen ve şahit
tuttuğum o zümre.
Bir şiirden çok çokluğun hikmetinde
saklı azımsandığım hayatın güftesi olmaya adayım yaralı zamanların zemherilerde
çıkardığı yangın ve içimde uyuttuğum bir cüce ben ki devasa bir canavardan
kaçarken sığındığım yine içimdeki isyan.
Matbu renkler saklı evrende.
Evren saklı içimde.
Demlendiğim duygular bazen kördüğüm
bazen bir yitim bazen bir yetim addedilen kurak çöllerde geçerken hayatım
devasa bir kuşun kanatlarına asılıyorum ve askıntı hüzne çanak tutuyorum
öğütüldüğüm hayatın şifresinin peşinde sadık olduğumsa kâinatın bestesi her
hecede sökün eden gamlı notalar günüm günüme de uymazken her fasılda
saklanıyorum arkasına perdenin.
Bir sahne ise yaşam.
Rol aldığım o kırık sandalyede geçer
ömrüm ve alkışlayan içimdeki cüce aslında devasa bir varlık olmasını diliyorum.
Renklerin sunumunda ben ayazında
yalnızlığın ve yakama diktiğim beyaz kurdele aşka delalet satırlarım içimde
oynayan çalan söyleyen zenne ve Çingene.
Külbastı parmak aralarımda saklı.
Kuldan kulluk dilenmediğim kendimi
tayin ettiğim en tepeye konuşlu uçuştuğum gök kubbe.
İmrenilesi bir tadı var duyguların
bazen tatlı bazen acı veya ekşi.
Hüznümle kat çıktığım basamaklar
parmaklıkların arasından firar ettim işte sonunda içine sığındığım kuş kafesim
ve demirden bir perde.
Minnet etmediğim kadar insanlara
israf ettiğim hayatım ve hatıralarım artık kimin hatırına ise hatırşinas bir
teselli ve ayağımın altındaki kaygan zemin:
Öyle bir minval ki yaşamak peynir
ekmek gibi.
Öyle bir sunum ki kader, kederin esef
yüklü sesi.
Öylesine sıra dışı bir hüzün ki
benimki…
Leb demeden leblebiyi yuttuğum.
Boğazımdaki son lokma ve hıçkırık,
biteviye sarmalında gizemin güzden bahara yolculuk benimki.
İzafi bir eksen aşkla yoldaş.
Yaralı bir mekân gönlümde bitimsiz
telaş.
Haykırdığım kadar halveti sözcüklerin
ve bir içimlik şiirlerden diktiğim mintan en yakışan göğe elbet muradın ve
yalnızlığın mavisi huşu içerisinde beklediğim misafir varsın yatıya kalsın her
gece.
Bir umut ki.
Bazen bir mihrak.
Bazen göç ettiğim bazen zuhur
ettiğim.
Askıda ekmek misali askında
ektiklerim ve ekin zamanına denk gelen bıçkın rüzgâr savuran dolgun başakları.
İnzivada geçen ömrün son perdesi.
Değerli bir intiba ise uyandırdığım
aslında ben içimdeki sevimli cüceye sevdalıyım.
Minik elleri ve kocaman yüreği:
Sihirli bir değnek mademki sevginin o
tek zerresinde saklı ümidin esintisi ve işte ihbar ediyorum yalnızlığın
görkemli sessizliğinde giyindiğim suskudan bir gömlek ve meylettiğim kadar
yarınlara aşkla hizmet ediyorum içimdeki saklı o cüceye ve o yürek iklimine.
Küçücük ellerinde saklı bilyeler ve ceplerinden
dökülen ekmek kırıntıları nasiplendiği kadar sevgiyi niyet ettiği kadar
mutluluğa kurak çöllerden vahalara uzanan yolculuğum endamlı bir hasretle
kendimi sevgiyle kucakladığım.
Hani olur da büyütürüm yalnızlığın
koridorlarında seken hayallerimden de esinlendiğim kadar eserim ben de gece
gündüz bir acının sonlanan saltanatına eşlik eden bekleyişin da nidalarına
karışım ansızın…
Hani olur da…