Rengi yoktu ki korkumun ve bir ilacı
yoktu asla.
Kokan neydi peki ve de kokutan?
Korkulacak bir korku muydu yoksa
üstüne alındığın ve alı al moru mor hayaller barındırdığın ruhun tekabül ettiği
o dik yokuş.
Aslı astarı da yoktu sözcüklerin
bazen aksıran bazen aksayan bazen askıntı olan.
Gülüşlerimi çimdikledim sonra ve
içimi kanattım.
Ama yetmedi.
Kasap bıçağı edinip daha derin
yarmalıydım içimi ve tozutan mevsimi de kale almadan kış soğuğunda yaz sıcağını
yaşamalı yaşatmalıydım.
Yaşaran gözlerimi kuruladım ve
kuduran köpeğe aldırış etmeden atladım önüne üstüme gelen otobüsün ama dikkatli
ve dirayetli şoför görmüştü beni, bense göremediğim kadar önümü bir de
yarınları düşünüp nasıl da kıymıştım içimdeki çocuğa.
Hayır, hayır, bildiğiniz değil o
çocuk: o çocuk büyümeyen çocuk da değil üstelik hala gelişimini tamamlamadı ve
benim onu dünyaya getirmemi bekliyor.
Bense babasını bekliyorum bir o kadar
babasının kim olduğunu bilmiyorum çünkü gece karanlığında eve giderken ansızın
peyda olan bir güruhtu o gece ve aslı astarı da yok söylentilerin: ben bu
çocuğu kendi zevkim için peydahlamadım.
Yokuşa süren isyankâr insanlar.
Baş aşağı düştüğümse kaçınılmazım.
Sonu tasarlamadım ben sadece sona
oynadım son kozumu hem, hem: kozamdaki varlığım nasıl rahatsız ederdi ki insanları?
Kulvarımda öncüydüm ve yaşlı babama
bakmak için az mı gecemi günüme katmadım ve gecenin geç saati iş dönüşü eve
koşa koşa giderken ben bunu hak filan da etmedim.
Uyruğum da yok hem.
Ne de konu komşu ya da akraba.
Anam alıp da başını gittiğinden beri
herkes terk etti bizi ve masumiyeti.
Yatağa düşen yaşlı babam bilemedim
inme ineceğini yoksa söyler miydim anamın kaçtığını?
İşte benden arda kalanın hepi topu
bu:
Bir cenin.
Bir avuç kan.
Kırık bir saat ve de hem, hem o kırık
saat herkesten daha dürüst hiç olmazsa günde iki defa doğru zamanı gösteriyor.
Rest çektiğim hayallerim rastladığım
kendim ve çocuk yanım: o kadar.
Ben bu kadarım.
Yıldızlar kayarken ben de kayarım.
Mehtap cilveleşirken bulutlarla ben
de konarım tepeye.
Tepegözü ruhumun ve kuş bakışı
serildiğim ufkun da tutulur nutku çünkü Tanrı böyle istedi.
Bana anasının kızı diyorlar.
Yetmiyor…
Anasının gözü diyorlar.
İyi de anamın gözünün işi ne bende
hem ben o kadını analıktan reddettim ve ben babamın kızıyım.
Bir martı çığlığında yankılanan sesi
denizin.
Bir de mahal verdiği insanların ve
ben aslında bir metaforum izahı olmayan bir açının ve de açılımın kanayan
yarasıyım dikiş tutmayan üstelik.
Taş taşıdım da kolum mu yoruldu hem?
İyi de ben bakmazsam yatalak babama
kim bakar?
Bana bir şey olursa ve de…
Sırasız bir ölüm dilemiştim Tanrıdan
ama gücüne gitti Allah’ın ve babam yataklara düştü ben de dillere düştüm.
Düşkün değilim düşman hiç değil.
Eften püften duygularla hemhal filan
da değilim hem sadece içime geldiği gibi yaşıyorum en azından hayal ediyorum.
Bir hayalden ibaret isem o da Allah’a
kalmış.
Gazetede okuduğum bir haberden
esinlenebilirim misal ne de olsa üçüncü sayfada günlerce yer buldu o haber:
Yatalak ablasına tuz ruhu içiren adam
ablasını öldürdüğü yetmezmiş gibi kendi de içmiş kalan tuz ruhunu:
Allah’ım aklım sana emanet!
Ama dibinde kaldığı için şişenin
adama yırtmış kefeni lakin hapisten de kaçamamış.
Bunu babama yapamam.
Bunu kendime yaparım ama içimdeki
çocuğa yapamam.
Allah’tan zamanı geldi de erkenden
bunları yapmama gerek kalmadı ve babam eceliyle ve de acısıyla öldü.
Anam mı?
O çoktan sırra kadem basmışken bir de
onu mu dert edineceğim?
Sadece bekliyorum ben doğum vaktini:
Önce içimdeki çocuk doğacak sonra da
ben…
Neresinde miyim hayatın?
Ne siz sorun ne ben söyleyeyim.
Yine de söyleyeyim hani…
Ama önce mezarlığa gitmeliyim ve
babamın mezarına gül dikmeliyim sonra da yüzümde açan güllerle doğacak çocuğuma
bir şeyler almalıyım.
Lohusa şerbeti mi?
Güldürmeyin beni…
Ha, bu arada çocuğumun cinsiyetini
öğrendim: Allah aile hekiminden razı olsun sonra da benden.
Gelinlik kız kadar temiz ve saf ve
kirletilmemişken…
Aslında kendimi kirli hissetmiyorum
sadece kinli.
Kindar olmama sebebiyet veren onca
insan var ki yakınımda ve işte günbegün uzaklaştım her birinden.
Doğumu kim mi geldi?
Ya da kaç posta canım yandı
gayrimeşru çocuk doğuracağım diye?
Komşularımın da uykusu kaçtı benim
doğum sancılarımdan ve işte sonunda oldu olanlar.
Devamını yazamayacağım çünkü kan
kaybından dayanacak gücüm kalmadı ve hikâyemi henüz sonlanmadı çünkü ölen
bedenim doğan kızımla yeniden ruha kavuştu ve can buldu.
İyi ki de o gül fidesini dikmişim
babamın mezarına hem nereden bilebilirim ki; o açan gülleri ilk benim
koklayacağımı?
Kanımla yazdım bu mektubu ve şimdi
babamın yanına göçüyorum ola ki bir kılına zarar gelsin kızımın hortlar ve tüm
insanlığı korkuturum.
Allah büyük yoksa ebediyen cehennemde
yanacaktım en azından kaderimi yaşadım ve iman gücümle onurumla ölüyorum
üstelik anasının ne kızıyım ne de gözü…
Başınız sağ olmasın ki ne zaman bana
el uzattınız?
Ve güzel kızım, bir kere kollarıma
alamadığım bebeğim, isminle yaşa artık kim koyacaksa sana ismini…