Hüznün rengi nedir, bilir misiniz
yoksa siz de mi bilmezden gelenlerdensiniz?
İçimin hıçkırığında yana yana
tabanlarını eskittim ben duygularımın ve gecenin kör vakti ruhun da kör
noktasında saklandığım ertesi bir şiire daha meylettim yorgun hayatın kır saçlı
kırlangıcına öykündüm adeta ve duvağından kan aktı şiirin…
Nemalandığım ne yok ki ve de kim…
Kim diker, söyleyin yüreğimin
söküklerini?
Bilinmeze aşığım ben ve taptığım
Rabbime koşarım adeta her şiir bir denk gibi her hikâyemse ayrı bir renk ve
rakımı olmayan hayallerle avuturum ben içimdeki üzgün ve yetim çocuğu.
Yetemediğimi bilirim hani insanlara
ama yetinmeyi öğretti bana hayat ve işte muadilim yok iken ve de münzevi bir
esintide d/ağlanmış yüreğimle ve kalemimle ş/akıyorum boylu boyunca o enginliğe
bir kavuşup bir de vedalaşıyorum kendimle.
Devirdiğim binlerce kadehte saklı
hüznü içtim içeli büyüdüm.
Annemi sevdiğim kadar küçüldüm de
gözlerinde insanların.
Özneme vakıfım varsın olsun gizli
saklı…
Özneme sadığım varsın olsun alabildiğine
hırpalanmış ve yüreğimin yüküne delalettir yazdıklarım…
Azımsanan bir külçeyim.
Yok, yok, ben sadece bir gram altın
değerinde bir mevsimim kürediğim oncasının sözlükte yeri yok iken yokluğuma
muktedir bir rabıta esen rüzgâra sevdalıyım aslında…
Aslında esen rüzgârım ve her nasılsa
kendine uzak.
Aslında esmeyi sevdiğim kadar Rabbime
sevdalı ve uçuşan saçlarımda saklı kır atlarla gem vuramadığım yok mu ah, yok
mu şu bitimsiz ve tutarsız duygularım…
Özet geçtiğim mi güne yeniden yoksa
özgün olmaya addedilmiş bir fıtrat mı ya da bir fıkra ve işte o firkateyn az
evvel fırlatılmış ve infilak eden yüreğimden firar eden kanım misali
sözcüklerim ve kardığım önüm ve dünüm ve kandığım aşkın özlemiyle ve de imkânsızlığı
ile beni kepaze ettiği…
Günün muadili bir heyecan geceye denk
düşen ve asrın felaketi bir hicran yüreğime teğet geçen ve horozlanan iblis
zulmüne tapan zalim ve işte mazlumların masum yüreğinde açan güneş olmaya
talibim ve ben de her ne kadar masum bir mazlum olsam bile ihtişamla
sıvamaktayım sığındığım kalenin duvarlarını ve dünde saklı bir duadan sektiğim
bir duvak misali uçuşan pelerinimle öykündüğüm bir kahraman olmayı dilediğim
kendimi bildim bileli…
Metruk heceler mi istersiniz yoksa
mahsun bir gülüş mü ektiğim tarlanın ve yüreğin tarhında saklı bir v/eda mı…
Bense hüznüme sadık.
Bense rücu ettiğim tahtıma konduğum
kadar ne ki bahtımda saklı rüzgârı da eş bildiğim aş bildiğim ve aşk bildiğim…
Bir kumpasa değil bir kumar borcu ise
asla değil varsa yoksa atılan zarın yek geldiği ve işte umudu da şansı de
hayalleri de tek geçtiğim…
Muhalif olduğum bir dünya.
Müdavimi olduğum nice rüya.
Mustarip olduklarım ve milat
saydıklarım bir de miadı dolan duygularım ve vadesi tamamlanmış yalancı ve
canlı beni ansızın terk eden dostlarım.
Bir kubbede saklı iken de sırlarım ve
işte geçip de karşısına o sırlı aynanın içime b/aktığım elyaf hüznüm ve ederi
olmayan öyküm ve tenimde kayan yıldızlar misali aşka âşık olan mehtabın de
seyrinde dikeni de batırıp hüzün balonuma bu sefer uçuşan tül misali tüyden
hafif vicdanımla rest çektiğim hayatın gereksiz direktifleri ve detayları…
Bir minvaldir elbet konduğum.
Bir rengi var mı yok mu hüznün, hali
hazırda bilemediğim…
Ve bilediğim kalemimle sırdaşıma
söylediklerim aramızda kalsa bile kâğıda dökmekten kendimi alıkoyamadığım…
Alı al moru mor mısraların.
Alengirli değil albenili bir hüzün
biçtiğim ve delicesine delişmen şiirler iken içtiğim tek yudumda ve tek nefeste
içime çektiğim v rabıtası ömrün rengimse uçuk kaçık ve gizimden öte iz bildiğim
sözcüklerden ördüğüm kıtalarım ve saçlarım ve pervane misali dönendiğim kadar
semazen ruhumda saklı yoncalarım iken yongası hayatın ve yorgun düşlerimden
çıkıp da yola gerçek kıldığım hayallerim gelin görün ki devamı gelmeyen ve
yeniden kurduğum hayallerime binaen yazdıklarım yazması kır saçlı ruhun ve
yüreğimde tekbir getiren hüzün ve efkârım ve annem iken en büyük aşkım ve
sağdıcım ve sol yanım ve yarım kalan mutluluğumun izinde saklı bir frekans
sayesinde iletişim kurduğum dünyanın kırık sayacında saklı tuttuğum bir dua ve
nicesi ve işte yıkılan duvarlardan dökülen sıva misali kollarımı sıvayıp da
yola baş koyduğum ve de sadece ve sadece ulu Rabbim iken sırtımı sıvazlayan rüzgârın
hangarında saklı bir bavul misali tıkış tıkış iken yürek tıknefesinde ölümün
kıt kanaat sevenlere inat delice ve doyumsuzca kolaylıkla sevebildiğim iken tek
gerçeğim…
D/okunsalar ağlayacak da değilim hani
çünkü temelimde saklı umut ve sevgi ve iman gücü ve bekleyiş tırnaklarımla
kazıdığım şu ömrün şu mezarın da başına dikilecek bir mezar taşım ve de dikili
bir ağacım olmasa bile dik başlı mizacımla dik durduğum kadar da direnç
gösterdiğim ömrün ve umudun ve de mizacımın dilemması iken duygularımın
zihnimle rwstleştiği ve hali hazırda kolluk kuvvetiymişçesine yüreğimden geçeni
bilen nasıl ki Rabbim ve işte hayata ve acılara direnç gösterdiğim kadar da
kalemimin ve hayatın albenisi ile sözcüklere döktüğüm yaşın ve yasın ve ömrün
divası iken hüznümün hangi renge tekabül ettiğini hali hazırda bilemesem de
bilediğim kadar duygularımı biliyorum da ruhumun ve yüreğimin gökkuşağına denk
düştüğünü ve de ışık hızında yarıladığım ömrün solundaki o devasa kazanım ve de
hınca hınç içi sevgi dolu iken sandığımın da aslında bir sanduka olduğunu
bildiğim kadar biliyorum sözcüklerimi ve ruhumu alabildiğine coşkulu ve hırçın
fıtratımla öykündüğüm bir Allah’ın kulu da yok iken yürüdüğüm Hak yolunda
açılacak Hakkın Kapısı iken dualarımı ve umudumu asla ve asla eksik etmediğim
iken tek gerçeğim…