Düşümden tırnağımdan arttırdığımsın
yolumu sabit kılmak adına da git gide uzaklaştığım…
Sözcükler derin soğutucuda ve adına
alt bellek diyorum bilinmeze gıpta edip bilindik cümlelerden uzak duruyorum.
Uzaklık aslında pek çok kavram izafi.
Bir renge dönüşsün derken duygularım…
Varamadığım bir yükseklikte saklı
iken de kayıplarım.
Ve kendimi men ettiğim yoksunluğun
karekökü yazdıklarım ve evet, biliyorum ifrata kaçtığımı ama ifa etmekle
mesulüm ben içimdeki yangın git gide büyürken bir kıvılcımdan doğmanın da
mümkün olduğunu insanların gözüne soka soka anlatıyorum.
Issızım.
Sessiz.
Semazen yüreğim.
Ve densiz imgeler.
Ah, edepsiz cümleler.
Ah, yârim yâdım ve tek tesellim…
İklimler de izafi ve değişken hali
hazırda yaşadığımız sonbaharı ipek böceğine de benzetip yalnızlığımı ufak ufak
dikiyor iken de yamalarımı…
Gönlün keşişi.
Sevginin tefrişi.
Aşkın hicreti.
Ve duyguların hicvi makul olan ne
varsa hizaya sokuyorum yalnızlığımı bazen bir cennet belliyorum bazen mahşeri
acıların büyüsünde efsunlanmış sözcüklerden medet umuyorum.
Uykumun b/ölündüğü uzun yaz
gecelerinin ardından…
Güzün ipeksi dokunuşunda uzanıyorum
sere serpe dökülen yapraklara ve her biri kan ağlıyor kanattığı kadar içimi
kanıyorum insanlara ve kardığım kadar önümü kayıyorum bir öykünün kuyruğuna
konup kopası kıyametten nemalanıyorum ve içimdeki küçük kıyameti dillendirmek
adına yazıyorum ama yetmiyor…
Tek hazinem içimde saklı.
Dış sesin tezahüratı ile kendime
geliyorum ama afaki bir yanıt benimki elbet sessizliğe konuşlu ve işte
verebileceğim en büyük tepki…
Ben sus payı bir söylemim gizemin
ırkçılığında inat ettiğim ne varsa kapışan yüreğimin solunda yanıp sönen
ışıklar ve işte devasa bir ayraç.
Hüznüm girift.
Bense bir mağara adamı gibi ağır
aksak ovalıyorum toprağı bazense çözülen parçalanan bir kaya gibi kuma dönüşüp
kumdan kaleler yapıyorum üstelik en ufak esintide yıkılacaklarını bilsem bile
oysaki yıkılmaz olmalı benim kalelerim ve kalender kalemimle inşa ettiğim
devasa maketler gibi izdihamı içinde saklı bir balon gibi ya da infilak edecek
bir yanardağ yetinmiyorum içimdeki pimi çekiyorum…
Ölüm kaçınılmaz ama sonuçlanmayan bir
davam var.
Yalnızlıksa mizacım ve kaderim ve
kederimle sürtüşen mutluluk adaklarım ve bekleyişim.
Sonlanmayan bir eziyetse süründüğüm.
Bir sarkaç ise önümde sarkan ipin
ucunda bense darağacının benim için kurulduğunun bilincinde dank etti mi kafama
tokuştuğum bir duvar gibi ya da bir kadeh içindeki kâğıttan kayıkları elimle
batırdığım ve yüreğin hanesi su aldıkça boğulmanın da kaçınılmaz olduğu.
Diskalifiye olmuş bir sporcu gibi ya
da bir yarış atı.
Şahlanan duygulardan ördüğüm bir
zincir gibi belime dolanan.
Bir öykü belki de şiirin hikâyesi ve
şerit değiştiren kelimeler simyacı ruhumda saklı şiarımsa şiirlerle boy ölçüşen
varlığım ve içimdeki hüznün dağarcığında gizli bir kompliman iken hayalim
kulvarımda tek geçtiğim tüm rakiplerim çünkü ben hüznün duayeni bir şairim
yüzüme gözüme bulaşan sözcüklerle hemhal etmekten ötesi sessizce konuşlandığım
bir gizin temenni ettiği ya da ruhumun boykot ettiği müptelası umudun ve
sevginin bakiyesi elbet tek ölçüt kalemim…
Hüznümdür meyve veren.
Hüznümdür adıma ihanet ettiğim.
Hüznümdür güncemde saklı ve kırık
sayacı ömrün kıblemden uçtuğum göğün çağırdığı bir enlem ya da boylam
kutuplardan ekvatora göç eden bir yenilgiyim belki de şiirin aşkla olan
ilintisinde kök söktüren kimse içimde saklı tuttuğum yemine ve adaklar adadığım
mealimle iştigal bir şiirden de ötesi yazmanın verdiği huzurun gölgesinde kan
kustuğum kızılcık şerbeti içtiğim içtimada kalemle olan yolculuğuma da kimseler
nazar etmesin diye saklı tuttuğum nice yazı nice şiir ve öykü yastık altı
yaptığım ömrün de sonlanmamış fermanı iken yazmaktan geri duramadığım…