Çürük bir düş idi içimden çekilen
balyalarca duygunun kim bilir kaçıncı dalyasıydı aşk mahkûmu ruhun şah
damarındaki varlığına binaen içimde açan demet demet ters lale.
Kıyıldığı kadar içim kıyamda idim her
daim.
Müfrezesi evrenin muaf tutulduğum
mutluluk denen izafi servetin yakarışımdaki yansımasıydı yazdıklarım.
Baş verense umut hüzne kılıf biçtiğim
kadar pervanesi olduğum İlahi Aşkın yansıması içimde saklı onca iklimde ve tek
servetim yine anne ikliminde seken yüreğimin yansımaları…
Gün geçmiyordu ki vurgun yiyeyim.
Gün geçmiyordu ki sürgün edildiğim
duygu coğrafyalarında cafcaflı bir hüznü yerleşkesi bellediğim yüreğin
haznesinde kaynayan devasa bir kazan gibi.
Geçkindi gölgeler.
Geçimsizdi kaderim.
Geçinmeye mi gönlü yoktu yoksa kader
kederle eşleşip bir harf ihlalinden mi yola çıkıyordu?
Sözcükler kaknem.
Sözcükler her katrem.
Kekremsi bir sessizlik mevsimin ve
yağmur bulutlarının dahi üstünü örten.
Hazan muhalif idi yaz mevsimine gel
gör ki: Eylül sıcak ve boğucu geçmişti ve işte Eylül kendine yakışanı yaptı bir
gecede ve nice köşesinde şehri İstanbul’un seller aldı götürdü ruhları ve
acıları yürekleri d/ağladığı kadar da b/ağladı yaşadıkları şehrin muadili bu
alt yapı bozukluğunda yoksa ruhlar mı idi sapkın gölgelerin saldırısına
uğrayan?
Gök ağladı.
Kalem dağladı.
Hüznün bakiyesi ve işte eşlik eden
fısıltılar.
Sözcükler cebbar yürek evhamlı
çizmeyi aştı sular seller çizmeyi aştı taşan nehirler.
Hüzün idi revnak olan.
Hazan idi üstüne düşeni layığıyla
yapan.
Şerit değiştirdi gökteki bulutlar ve
şehre misilleme yaptı doğa ne de olsa pek çok mazlum gibi doğa da terk
edilmişti kaderine ve keder yüklü bulutlar boşalttı yükünü boşalttı öfkesini
dimağın seferberliğinde yüreğin nüktedanlığına karanlık ve şimşekler eşlik
etti.
Eylül yürüteci idi doğanın ve de pek
çok insanın.
Eylül yağdırmıştı sonunda yareni
olduğu kadar rahmetin yâdında dünün ve efkârın bam teline de basılmıştı madem
bir kere.
Gök gözlü yüreğimin sahibesi annem.
Seyyah duyguların mefkûresi özlem.
Sefasını süremesem bile hayatın asla
cefa değildi tanığım:
Varsa yoksa şükür varsa yoksa huzur
varsa yoksa umut…
Kanaviçeler ise doğamda mevcuttu ve
söküklerimin yerlerinde çiçekler açıyordu en azından açmasını ümit ediyordum ve
şarlayan gök kubbe kim bilir kaçıncı fasıldı hüzne eşlik eden bir arayış ve
rakımı unutulmuş iken takvimin ve şehrin.
Takvim yaprakları usulca eksiltiyordu
zamanı.
Ruhumun dökülen yapraklarını ise
devasa bir sandığa koymuştu.
Bir sarmal idi ki yaşam…
Bir sağanaktı ki içimde yerleşik.
Yer gök birbirine girmişken ne
çıkardı ben yeniden dağılsam?
Ne çıkardı daha çok acı eklesem
zincirlerime?
Layığı ile yaşamak ve sevmekse ilkem
iken sığınağım sadece Rahman ve dualarımı kabul eyleyen.
Rengi silik bir gün geceye konuşlu ve
tembel kuşların otağ kurduğu yüreğimin en yüksek dağında göz gözü görmezken.
Gözcülerdi görevini yapan elbet
koruyucu meleklerim.
İlham perimse iki yakamdan çekiştirip
beni köşeye sıkıştıran:
Ve işte nemalandığım kadar hayattan
gecede saklı o sönük feri bir ışıldağa bir güneşe çevirdi yüce Mevla.
Kayıt altına aldığım duygulardan
çıkıp da yola yüreğimin radarına yakalanan sözcükler.
Belki de hiç birinin bir ederi yoktu.
Belki de azımsanan varlığımla ak
akçem kara gün için olduğu kadar alnımın akıyla sağ çıkacaktım kaç cephede
verdiğim savaştan.
Muhtırası belliydi hayatın.
Devasa duyguların barınağı ve işte
kalemimin odaklandığı: od’ um idi mademki aşk boyumu aşsa da dalgalar köpüren
deniz misali haiz olduğum sadece tek zerremle yürüdüğüm aştığım yollar ve
kıtalar ve coğrafyalar…
Hem ne vardı ki; ruhumla tavaf etsem
evreni?
Hem ne vardı ki; azıcık farklı olsam?
Hem ne vardı ki; elzem olan mademki
sevdiklerimdi ve de ilk sırada iken annem?
Çok şey vardı ne çok şey hem de ve
tek tanıklık eden yüce Huda.
Asası iken yüreğimin, kalemle
dokunmak hayata.
Sancağımı diktiğim en tepe nokta
mademki seyyah idi yüreğim…
Manzumeler yazdığım methiyeler
dizdiğim sevgili mabedim.
Rengimle beyaz duygularımla özgür
kanaviçeler işlediğim adeta yüreğimin dansı il gaipten gelen coşkum ve sevgi
ile eşleştiğim cihan ve insanlar.
Sessizce yaşamanın da meali idi hani
yazdıklarım…
Dualarımın gücüne inandığı ve
sıkıntıyı kötüyü ve kötülüğü kapımdan kovduğum…
Ve evet, ben her ne kadar reşit bir
acı olsam da eşit değildi çektiklerim insanlarla bu bağlamda ağırdı yüküm gel
gör ki Rabbim vermezdi asla kaldıramayacağım yükü…
Ve işte geceye sığınıp da sağanağa
yakalanmışken en başta huzur ve hüzün yerleşti en derine ve de umut: inancın
muhtevasında saklı ne varsa başım gözüm üstüne ve serpilen yüreğimle sarp
dağları aşan ben yine aşacaktım da bu zor ve çetrefilli geceyi…
Aştım da.
Açmışken de yüreğimi ardına değin…
Her sözcük kurtuluşumdu ve her dua
yeniden doğuşu günün ve evrenin geceye de sirayet eden ve karanlığı delen
gözleri umudun ve hidayetin…
Bir curcuna ki ömrü helak ettiğim.
Bir dua ki Felak’tan öte bir dua ki
yüreğimdeki temizlik ve sevgiyle…
Ve nice dua ki: Rabbime dönük yüzümde
açan çiçekler gibi solmayan şiirler gibi…