Bir düş’ ün enginliğine sığınıyorum
ve düşün, düşün çıkamıyorum işin içinden.
Metazori bir iklim değil ki sevgi
bazen nazire ettiğim bazense bukalemun duygularla hicvettiğim.
Hicreti günün bazen yerle yeksan
bazen kördüğüm.
İmlecini yok saydığım günün bazense
günün beni yok saydığı ve işte sil baştan yaşıyorum hayatı.
Hüzün deşerken içimi sözcükler
kıkırdıyor ve alaya alıyorlar beni oysaki oysaki…
Alayı değil miydi yüz göz olduğum bir
ömür ve mekteplisiyim madem ben sözcüklerin.
Kurada çıkan neyse şansıma dünün
örüntüsünde yarın bildiğim.
Bazen şafağımın attığı derken kalemi
dayayıp da şakağıma namlusunu çevirdiğim yarım kalan bir öykünün hatırına.
Gözümden düşen yaşlar var madem ama
göstermeden içime akıttığım.
Telaşla sevdiğim kimse kimsesizliğime
gölge düşüren ve bulutlarda saklı bir süpürgeli cadı misali kalemimle seyahat
ettiğim.
Gün kırgındı bu gün güleç yüzüme
soluk bir resim gibi yanaştı.
İçimi acıtan neyse geride bıraktığım
ve çıktığım yolda da aksilikler peşimi bırakmazken sadece içimden sayıp sövdüm
yapamadıklarıma yapmayı ertelediğim ne ise ya da yazmayı ertelediğim bir hikâye
bir roman çünkü yetinmeyi bildim ben bir ömür yine de yatıya kalan duygularla
gecemi gün bildiğim günü torbaya koyduğum içimdeki çocuğu avuttuğum sözüm ona.
Derin dondurucuda unutulmuş bir yemek
gibi sürekli aynı yemeği önüme koyanlar bense dibi tutmuş neyse kazıdığım sonra
ucu yanık mektuplara kendimi saldığım bazen alındığım bazen salındığım bazense
nereden geldiği belli olmayan saldırılara maruz kaldığım.
Adeta soğuk savaş hayatla olan
mücadelem.
Sıcak yüreğimi dahi soğutabilen öyle
ki kendimden soğuduğum.
Yazın son günlerini yaşarken
biliyorum ki yazı güzel değerlendiremedim sanırım yaz sıcağında haldır haldır
gezinmeyi sevmiyorum ve yaptığım yürüyüşler olsun kısa bir gezi mahiyetinde
iken yazarak adeta evreni tarıyor tavaf ediyorum.
Gel geç gönüllü sevdalar sokağı adeta
Kadıköy’deki Sanatçılar Sokağı gibi insanların iç sesine eşlik eden alt yazı
mahiyetinde iken görüntüleri elbet her insan başlı başına bir dünya ve de roman
mahiyetinde.
Gün ölmeden yakaladım ucundan.
Geceyi dört gözle beklediğimse asla
yalan değil.
Belki de beni bir yalan gibi görenler
bense gerçek olduğum kadar gerçekçi ve sözümde de özümde de bir iken nasıl izah
edeceğim artık kime neyin ne olduğunu.
Hayatın güvertesinde dolaştığım
deryalar denizler.
Kaptan köşkündeki rahatlıksa bana
batarken bir miço gibi teftiş ediyorum yeri göğü.
Su basan güverte ya da kamaralarda
yaptığım temizlik çünkü yüreğimde saklı tuttuğum her insan benim için bir
hediye ve ben o hediyeyi açmaya dahi kıyamıyorum.
Ben de sürpriz bir hediye paketi gibi
dolanmıyorum elbette yine de dünkü coşkumdan eser kalmadı esiri olduğumsa ne
hüzün ne de hayat sadece payıma düşenlerle avunduğum ve yetindiğim üstüne de
gitmiyorum artık hayatın paramın üstü bile eksik verilirken ses etmiyorum çünkü
yorgunluğum had safhada.
Nemalandığım çok şey var çok da
insan.
Bir o kadar kimseyi örnek filan da
almadan öznel ve özel hayatımla kıyasıya bir mücadele veriyorum koruduğum
değerlerden ödün vermemek adına lakin ipin ucu öylesine kaçıyor ki kimse
üzülmesin derken ben harap oluyorum.
Gün yirmi dört saat ve yirmi beşinci
saati yazmak adına kullanırken takvimde ve saatimde yeni bir yer açtım bu
eklediğim son saate:
Belki de görünmediğim.
Duyulmadığım.
Ya da farklı addedildiğim.
Her kafadan bir ses çıkıyor çok da
üstüme alınmasam bile illa ki kapıma dayanıyor olup bitenler.
Ne zil çalarken ne de kapı vurulurken
duymuyorum geleni açtığımda ise kapıyı kimse yok. Belki sadece bir not
iliştirilmişken belleğime o da dünden kalanların ortalaması.
İhmal ettiğim şeyler çok fazla ek
olarak en çok da kendimi ihmal ettiğim hatta imha etmek adına kendimi elimden
geleni yaptığım.
Sevgiye ve dürüstlüğe verdiğim üstün
değer ile kendimi paraladığım ve kimse kırılmasın diye ince eleyip sık
dokuduğum.
Gün bitti bitecek ve Eylül kapıda.
Bense Eylül’ü sadece bir saat
bekleteceğim.
Ve o yirmi beşinci saat ki Araf’ta
salındığım ve saatler gece yarısını vurduğunda ben Sindirella gibi bal kabağı
arabama binip karşılayacağım Eylül’ü belki de ayağımdan çıkan ayakkabı yüzünden
geç kalacağım ya da bir ömür geç kaldığım her şey adına nutuk atacağım.
Yazdan kalan son saatler ve ben en
çok güzü sevdim.
Yazdan kalan son dakikalar ve ben
mutlulukla uğurluyorum sıcak Ağustos’u ve kışın ayak sesini şimdiden duyar gibi
oluyorum.
Çok özledim çok: dökülmüş sarı
yapraklarda uzun saatler boyunca yürümeyi ve ıslanmayı da çok özledim
arkasından şiirler yazmayı yağmura ve yağmur gözlerimde aralıksız parlayan o
ışıkla ben hayatı hep sil baştan yaşar ve duyumsarken.
Hoş geldin sonbahar; hoş geldin gönlü
yaralı Eylül ve bil ki hüzün tanelerinden sana en güzel şiirleri yazacağım
yeter ki sen de beni eskisi gibi kucakla.
teşekkür ederim