Mevsimlere öykün, sefil yanım sonra sarıl içindeki masumiyete belki de devindiğin her gölgede kat izi bırakan yıldız yarımınla şerh düşmeyi dile gecenin matemine.

 

Bir renkse saklı içinde bilinmez yanın hani sekizinci renk ve nota belki de şehrin sekizinci tepesi iken zirve yaptığın yanardağ.

 

Lavında mı saklıdır kendine öfken?

 

Lal yanında mı saklıdır çenebaz mizacın ve devirdiğin putlara bir tekme daha at içindeki izbede sönmeyen soluk bir ışıkmışçasına hüznüne sahip çıkan Rabbine koş hızlıca.

 

Ne utkundur yarın ne ufkundur karanlıkta saklı niyaz.

 

Ne ruhundur firar etti edecek.

 

Ne yalnızlığına sahip çıkan kalemdir süre gelen her acıda geniş bir perspektifte saklı notalardan sektiğin nihayetinde sessizliğin melodisine şerh düştüğün.

 

Sökün eden hangi hece geldi de çaldı kapını?

 

Şubat’ın fendi sonunda yendi ya sokaktaki kedileri ve işte ısrarla sökün etti bahar; Mart denen yarısı kış aymazlığında döngünün bir nakarat ki bahşedilen elbet çaldığın kadar sazını aslında bildiğin kadar nazınla feveran ettiğin öksüz şiirlerin kıblesi ölüm müydü yoksa görevini ifa edip yok olan ansızın o kış mevsiminin.

 

Gülüşü kısık şehrin belki de kıstırılmış yakasında saklı mahcubiyet.

 

Rengi soluk da düşlerin tıpkı şehir gibi tıpkı şairin mahcup gölgesine sığınan bir resim gibi.

 

Göğün küpeştesi ve satır aralarına yağan sağanak oysaki sayfa beyaz ve pürüzsüz en çok da firar edilesi bir beden gibi ruhunda isyankâr ve sitemkâr yılgın düşlerin de ötesini berisini topluyor işte yıldızlar.

 

Gecenin kanaviçesi adeta her biri örtündükleri elem denen kayıtsızlıkla zirzop heykeller geceyi bölüyor ve şahlanan mermerden vücutları en çok da puta tapınan lakayt nefis gibi ölümcül cümleler kursağından geçmiyor işte şehir ışıklarının.

 

Sevecen bir mağlubiyet mi yoksa t/aşkın kollarında ve sırtını sıvazladığı özlem ne de olsa sakalı yok şairin ve uzun saçlarına makas vurmak istiyor.

 

Yeltenecekken vazgeçiyor.

 

Makaslanması gereken çok şey saklı evrende:

 

Mesela bir yalan.

 

Mesela bir küfür.

 

Mesela düş gücüne ihanet ettiği gerçeklerin gerekçeleri de düşmezken yakasından.

 

Şehir efsaneleri döneniyor.

 

Şehrin şah damarı mı yoksa içinde saklandığı Marmara Denizi belki de kurumuş gölleri var mazinin en çok da göldeki durgunluğa ve huzura özenen şair gibi baştan mı çıkmalı acılar ya da ok yaydan fırlayıp yeniden ve son kez kendini vurmalı.

 

Fukara dümbelekler.

 

Şehir eşkıyaları.

 

Azman köpekler ve lades diyen sarı ışıkta artık kim neyi bekliyorsa belki de ertelenmiş mutluluk iken kaçan yolcu, o aralıksız ilerleyen trende saklı bir yük vagonu işe şairin küfesinde saklı semirmiş nice nakarat en çok kendine savurduğu nidalar ve yolsuz kalan tüm insanlar bir bir firar ediyor geceden.

 

Mahcup bir ruhu var yalnızlığın ve dökümlü sırları hele ki içine hapsolduğu ayna en çok da dışını değil içini gösteren ama sıkkın ve sıkılgan bir haletiruhiye.

 

Cebbar rüzgâr.

 

Ceberut gölgeler.

 

Kılkuyruk sıfatlar elbet içine döktüğü sırları ve serlerin surlara çemkirdiği.

 

Asılsız olan her şey can yakıyor.

 

Aslı astarı olmayan zanlar asla zaman aşımına uğramıyor yalanlar ve bir yenisi daha ekleniyor.

 

Kelli felli adamlar ve mermer vücutlu kadınlar.

 

Çocuklar ise resmin hiçbir karesinde mevcut değil çünkü hepsi şairin yüreğinde saklı.

 

Şairin nerede saklandığı ise meçhul en çok da s/aklandığı bir lanet gibi iblisin şerrine lanet olsun demeyi yok sayamayan.

 

Güme giden gün ne ki ömrün aryalarında sızan yedi tepesi şehrin ve sözcükler kat izi bırakıyor ütülü ve beyaz sayfada.

 

Her duyguya alt yazı geçen gözyaşı.

 

Yazmasa bile şair yaşları düşüyor sayfaya ve üşüten geceye sığınıyor pervasızca yola düşüyor yeni baştan sancılı ve efsunlu bir içecek iken tuzlu suyun ihya ettiği yüreği bu sebeple yazdıkça siliyor şair ve sildikçe siniyor.

 

Sinesinde saklı bir ateş ve feri sönmeyen güneş.

 

Mahcubiyetine yaslanan aciz kimliği.

 

Israrla yaşamaksa nereye kadar sürükleyecek kalemi ya da kalemin bile müdahale edemediği bir hikâyede saklı o mutsuz kahramanı olmaya meyletti bir kez hikâyenin en çok da hiçliğin gölgesinde kaçkın bir rüzgâr gözlerini kaçıramadığı keder hele ki birileri ona sürekli ne yapıp yapmaması gerektiğini söylerken.

 

Hiçliğine kırgın sadece meali olmayan bir varlığın tek zerreye denk düştüğü halde tutarsızca istifliyor duygularını ve istikrarla yanıyor canı andığı sadece inancın demlendiği satırlara ve yüreğine düşkünlüğü ile biliyor neye denk düşüp düşmediğini en çok da gözünden düşenler ya da kimse gözünden düştüğü.