Card image cap
Herkes sessi̇zli̇ğe büründü, ni̇lgün

‘’…Evet: İnsanların çoğu öğreninceye değin yüzmek istemezler. Hoş değil mi?

Ve tabii düşünmek de istemezler, öyle ya, onlar yaşamak için yaratılmışlardır, düşünmek için değil!’’ (Alıntı)

 

Karanlık.

 

Ve karanlık doklar süzülen rahmetin dokusunda merhamet dilendiğim Tanrı.

 

Yasını tuttuğum bir insanlık ve yasımı mutluluk bilen.

 

Aşkın hacminde ya da hicvinde bir kuş olabilme hakkımı kullanıp kuramları da yok sayıp ilerliyorum.

 

Düşüşe geçen ruhumda patavatsızlığın bir ceza olduğu gerçeği ile yüz yüzeyim.

 

Mermerden bir lahit.

 

Ismarlamadığım hangi duyguysa titrine yenik düşen evrenin de dar boğaza girdiği…

 

Öykündüğüm hiçliğin doğasında bir şadırvanım adeta.

 

Notaların izini sürmeyi de sonlandırdığım ve kır saçlarında doğanın, sınandığım tarafınca sadece insanoğlu.

 

Ketum bir destan gibi içimdeki kayıp aksan.

 

Kaybolan her şeye minnettarım en çok da kimsesizliğime.

 

Sözcüklerin yaftalanmasına tanık hele ki ben yazarken içimin demini.

 

Derlediğim hikâyeler Allah katında okunuyor ve biliniyor ve öldürmeye kıyamadığım yüzlerce şiir bozuntusu karalamam.

 

Hâkim kılınan bir buyruk var ve hüküm süren acımasız doğası bize sunulan yine tarafınca uydurulduğunu bildiğim kim ise sözcüklerin esiri olduğum güncemde bir başınayım.

 

Gömülü lanetin her zerresine itaat eden mağdur gölgem.

 

Aşkın dahi kandırıldığı; sevginin çoktan samimiyetsizlikle çorak topraklara gömüldüğü.

 

‘’Ben böyle yalnızken,

Kendim kendime fazla geliyorum.

Eksiltin beni daha çok!’’ (Nilgün Marmara)

 

Bir kuş ürkekliğinde uçmuşluğumun bana faydadan çok ziyanı var aslında içimde sek sek oynarken bir köşede unutulmuşluğum, sevgili Nilgün.

 

Kayıp yakalarımı bir araya iliştiremezken.

 

Hacmine yenik düştüm aşkın ve aşka olan inancımı yitirdim, sevgili Nilgün.

 

Şehrin günü birlik bülteni gibiyim devasa yüreğimden akan şiirlerin ruhuma iyi geldiği aslında yok sayılmaya da hala alışamadığım.

 

Hüznü yazıp sorgulanıyorum iyi de yazarken özgür kıldığım kalemim neden biteviye görmezden geliniyor belki de şehrin bile ayaklarına basamadığı ve bir şiir daha solumak isterken sunamadığım taziyelerim kendime üstelik peşin peşin.

 

Sonların hatırına kahve içiyorum.

 

Kahvenin hatırına kırk yıllık dostlarımı nedense çoktan sonsuzluğa uğurladım.

 

Annem hatim indirirken ben hüzünlü bulutların peşinde bir rahmet olma telaşındayım.

 

Yalın olmakla yalan arasındaki o ince çizgi ve inkâra düşenlerin bir şekilde beni yalancı durumuna düşürdüğü.

 

Kimlik derdim ya da hâsıl olan sefil rüzgâr: al işte saçlarım da dağıldı kelimelerim de ve ben şimdi peşindeyim gecenin ya da gece benim peşimde.

 

Yüzümde asılı kalan bulutlar ve dokusunda mavinin bir yenilgi olmaya da alışamadığım.

 

Payıma düşenle yetinmiyorum ve daha çoğu yelteniyor adresime ulaşmak adına.

 

Posta koyduğum güne dönüp bakıyorum da ve takılı kaldığım o son saat belki de zamanı unutan bir yanılgıyım aşkın sefasını süreceğime ihanetin asasına dayadığım başım ile bir ileri bir geri sallandığım.

 

Uzlaşmaksa uzvu yüreğin işte telaşla yol aldığım aslında yaza yaza mezarımı kazdığım.

 

Sonlanması için önce ölmeliyim, derken ölümü de erteliyorum aslında kaderin veremediği o tarihe kadar yazmayı sonlandırmayacağımı beyan etsem de kendime kürek kürek harf atıyorum taze mezarıma. Ölmek bu kadar zevkli olmadıydı, dersem sen de şüpheye düşer misin, sevgili Nilgün?

 

Bir ölünün dokunulmazlığında ben de mutluyum an itibari ile ne de olsa d/okuyorum bir bir içimdeki enginliği ve sunuyorum hece hece aslında yere göğe koyamadığım kim varsa taşa tutulduğum bir o kadar aşikâr oysaki sevginin ve aşkın kitabını yazan insanlar her biri ve gülümsememe vesile olan şimdi de tutamadığım gözyaşlarım ile içimdeki çöl çiçeğini suluyorum.

 

Hâkim kılınan ya da hükmü verilen.

 

Doğurgan bir mizaç içlenip de düştüğüm içerleyip de kendi kanımı içtiğim ve bileklerimden akmayan kanı yüreğime geri gönderip ben hala kâinat orkestrasına eşlik ederken…

 

Herkes sessizliğe büründü, Nilgün ve ben kendim sorup kendim yanıtlıyorum: eh, ne de olsa tedarikliyim bir ömür.

 

Ne dünümden bahsedeceğim ne de mizacımı savunacağım: ben sadece avunuyorum, Nilgün ve günü kurtarıyorum yazarak aslında iklimin yaptığı doğaçlama ile baharı soluyorum sonra da aksırıyorum yüreğime kaçan polenlerin beni dürtüp de bak sana nasıl da iyi geliyoruz, demelerine müsaade edip kurallara riayet edemeyen bir anarşist addedildiğim yeryüzünde vasfım da yok hani sadece ve sadece duyamadığım fısıltıların bana atfettikleri.

 

Varlığımda bir metanet.

 

Yüreğim de üşürken.

 

Aşkın tınısında unutulmuşluğum aslında duygularımdan dolayı suçlandığım ve ne zamanki tek kelime etsem zindana atıldığım miadı dolmayan bir ömrün de son çırpınışları adeta.

 

Sesini duyduğumu söyleyemem ama yüreğinin neminde ben çoktan ıslandım, Nilgün ve biliyorum ki; aynı yolun yolcularıyız.

 

Bana iyi gelen ne ise artık canımı acıtıyor.

 

Aşka rükû edenler dostluğu ve merhameti yok sayarken ben nasıl aşka inanırım yeniden?

 

Şimdi boca ettiğim kelimelerin faizi ile biliyorum ki yeniden yaftalanacağım ne de olsa insanlığımın ve hassasiyetimin suçlandığı ve suçlanmasına sebebiyet verdiği, yürekli bir kalem olsam da yüreğimin çoktan yerinden sökülüp masallarda kurda kuşa yem olduğu.

 

Bir mizansen ise içimde uyarladığım ve pekişen bir lanet ise ismimin bile yanlış telaffuz edildiği.

 

Sözcükler kıtlığa girmedi işte ve ben sözcüklerin ve umudun pervanesi iken…