Sürmenaj olmuş bir mevsimin ardından
sürükleniyorum.
İçimin izdihamını çalan yankesiciler
bir bir çalıyorlar yedekteki hayallerimi bense kuş bakışı kendimi gözlemliyorum
içimin rıhtımında gelip giden sandallar bodoslama güvertesine çıktığım gemiler
aslında uçtuğumun farkında değilim sadece ruhumla çıktığım yolculukta bihaberim
olup bitenden.
Yaralarım kabuk bağladı öncemde ve
şimdi yeni yaralarım var önceki yaralarıma yarenlik yapacak ve ara ara
duraksamışken son zamanlarda şimdi hepten angarya geliyor bana hayat.
İkilem yüklü değilim artık sadece
çıtayı yükselttiğim kadar çetin ceviz olmamın da ertesi kabuğu kırılmış
soyulmuş ceviz içi kadar mahcup ve karar/sızım belki de vereceğim fevri kararın
öncesi sızımın dinmesini bekliyorum üstelik beyhude olduğunu bile bile.
Bir iklimsem ikileme düştüğüm. Misal.
Mayıs ayının ilk günlerinde dahi içim
buz kesmişken geçen yılki Mayıs ayında nasıl da terlediğimi düşünüyorum ve
kendimi spora vermişken yeniden belki de bir spot ışığına duyduğum inanç ve
sokak lambası aralıksız göz kırpıyor bazen boğmacaya yakalandığımı düşündüğüm
lamba ise son zamanlarda hayli sağlıklı ve dingin görünüyor belki de sırtını
dinlemeli ve üstüne kablolar sermeliyim. Derken çöp arabası geçiyor ve içimden
içine atlamak geçiyor ne de olsa şehir çöplüğünde vardır benim gibi yüreği ve
kalemi tekleyenler.
Bir uzay kapsülünde olmayı
geçiriyorum içimden ve bir ömür uzay çöplüğüne attığım tedavülden kalkmış
hayallerim ve göğsümde rozetim: eh, ne de olsa yılmaz neferiyim ben ölümcül
duyguların.
Yürek iklimimse teklediği kadar
takılmış iğnenin ucu aynı plağa:
Dünden kalan bir şarkı, şarkılar seni
söyler ve bir diğeri: aşktan da üstün.
Sahi, aşktan üstün ne olabilir ki bu
günlerde?
Olsa olsa bonkör bir sevgili ya da eş
ve işte sevdiği kadını pırlantaya boğan seven erkek profili olsa gerek aşktan
da üstün sonra geçen yıllarda yaptığım bir saçmalık geliyor aklıma.
Üsküdar’a yolum düşmüşken ve
beğendiğim imitasyon bir yüzüğe sadece bir lira ödediğim geliyor aklıma ve pek
seviyorum bu sahte yüzüğü üstelik bilmiyorum da ne anlama geldiğini ne de olsa
o taraklarda bezim olmadı bir ömür.
Derken televizyondaki reklama
takılıyor gözüm: bir pırlanta reklamı. Demez ki o sükseli manken?
‘’Tek taşta indirim’’ artık kaç bin
liraya inmişse tıpkı parmağımdaki yüzük gibi sadece bir liraya aldığım üstelik.
Gülüp geçiyorum ve çöpe atıyorum tek
taşımı.
İzafi olan değerler var hayatta.
İmkânsızı istemek misal tıpkı bir
ömür kurduğum hayaller gibi ve yüzüp de kuyruğuna gelmişken pes ettiğim dünde
kalan ne çok şey.
Sessizliğimin kilit noktası tam da
pes edecekken ve ani bir kararla başa sardığım film ama illa ki mutsuz sonla
biten.
Dünde kalan afaki çabam her konuda
gösterdiğim gayret öyle ki enerjimi tüketip hasta olacak kadar bitap ve yorgun
düştüğüm.
Bayramın ilk saatlerinde kalbim
tekliyor aslında kalemim de ona eşlik ediyor ve içimden gelen o terk edilmişlik
duygusu ve kalemimle aramda kurduğum o özel bağ nasıl da önemsiz ve değersiz
geliyor gözüme zamanla o kadar çok insan da gözümden düşmüşken ve kalemimi
sadece bir ömre hitap ediyor diye ayrı sevdiğim.
Ve işte aşktan da üstün o özel duygu
beni son noktaya getiren ve yüreğin çapağında saklı bir sızı ve gözyaşı.
Gözlerimin önünden geçen o özel anılar
ve andaki mevcudiyetim ve sıra dışı varlığımla gidip geldiğim.
Her yazımdan bir sonrasını özlemle
beklediğim kadar şimdilerde her yazımı son bildiğim…