Card image cap
Hepi̇mi̇z seni̇n i̇çi̇n yaşiyoruz

‘’İçimizde sessiz bir minnet duygusu:

Ne mi demiş şair?

Çok şükür yaşıyoruz.’’

 

Çimlere basma özgürlüğümü es geçiyorum: verilmiş hakların mahremiyeti ile es geçiyorum yalnızlığı.

 

Şebeke sistemi çöken cehaletin boyasız duvarları ve izdiham yüklü izbeler.

 

Çakıl taşları serpiyorum geçtiğim yollara: şen mizaçlı o küçük kızdan eser yok belli ki hayata esir düşmüşlüğün logaritması uğradığım her ihanet ve içine düştüğüm o yanılgı.

 

Mavi Ilgaz.

Şaibeli şiir sehven tanığı ölümün

Diril bir düş.

Kaç öğün?

Kaç vakit bu ısrar?

Ölümü gör, dercesine

Hizaya gelen övünç.

 

Şiir diktiğim kopuk düğmesine yeleğimin

Surlarda saklı beyitlere

Su yürürken ince ince…

Bilumum rahmet

Aşkla iştigal kâinat

Su götürmez gerçekler

Nasıl ki baltalandı şaibe ile.

 

Şimdi susuyorum hep susuyorum

Dünümde övünç:

Affet Rabbim.

Yarınımda kırmızı kuşaklı bir vazgeçiş:

Hazanla itibarı yerle bir olan seviş

Elbette kayıpların meali bunca şiir

Yoksa yazar mıydım her öğün vakti?

 

Şehrin bülteninde alt yazı geçen devasa bir ekran: mahiyetinin ne olduğunun da umurumda olmadığı sanrıların egemenliğinde çalı çırpı topluyorum ve az sonra ateşe vereceğim hem biriken isi de görmezden gelip öncelikle kendimi yakacağım.

 

Akça pakça zümre ve o teselli: depozitosunu ödemekle mükellef satıcıdan duyduğum veryansın iyi de kırılan cam şişenin kanattığı yüreğimi kim tahsis edecek?

 

Belki bir maruzat yüklenip de başa sardığım film belki de kuytularda muhabbet eden geçkin iklimle şahit tuttuğu devasa resim elbette yaz’ın yangını henüz dinmedi ve yazın yüklü göğün de uçuşan sayfalarına henüz gözümü dikmedim.

 

Kurşun ağırlığında kalem tıpkı kurşun yediğimi unutup yeniden peşine düştüğüm hoyrat rüzgârın da tüm albenisi sönmüşken.

 

Şifahen tanıdığım bir şair içimde devinen ruhun en yakın tanığı ne de olsa ölülerle daha sıkı fıkı dost olmanın laneti çöktü üzerime şimdi izafi bir yangını söndürmeye gidiyorum ve albatros kuşuna duyduğum tüm saygı ile kendi kanatlarımı kendim dikiyorum.

 

İkiletmemeliyim günü de ömrü de ve sefasını sürmekle meşgul olmalıyım verilen hükümlerin.

Bir makale, imgelemenin gücüne yenik düşüp roman olmayı reddeden cümle silsilesi bir de boyutsuzluğun karamel tadı.

 

Göğün sitemine asılı bir kuşun umutsuz kanat çırpınışına tanık olmak gibi elbette metazori hiçbir edim saklı değil heybesinde o muhafazakâr düşlerin ki yeltenmiyorlar bile.

 

Kapının eşiğinden geçmeyi reddeden bir çöp torbası gibi kıyıma uğramış tüm nesneler ve olgular makul seviyede sessizliğini koruyor.

 

Gün batımından uzak bir yakarış belki de: tüm sıfatların ve gölgelerin canı cehenneme ne de olsa iklimin tevazu yüklü siteminde bir alçak kat’ım içimin imgelerine kat çıkmayı reddedip sadece partizan düşlere niyet eden derken soluk soluğa kaldığım dik merdivenlerde özne olma hakkımı elimden alanlar.

 

Damperli kamyon gibi benliğimi ezip geçen ve ne çok koşturmaca ne de olsa Eylül bir batında geldi dayandı kapıya ve bunun bir m/eziyet olup olmadığı konusunda kararsızım ve içimdeki dipçiği kollayıp serden geçenlere siren sesi ile karşılık veriyorum.

 

Çöp kutumda saklı binlerce cümle var hiç birinin görücüye çıkmadığı sanırım alfabenin soluk yumuşak g’si olma hakkımı elimden alan insanlara kızgınım.

 

Öğretmen başlığına sirayet eden arayışın da mimlediği o arayış.

 

Ne resmi bir öğrenciyim ne de illegal bir tutku öğretmenlik hakkımın elimden alındığı ve boz düşlerin yangınına şahidim bir kez daha.

 

Rafa kalkan duygularımla tavana kadar üst üste yığdım bu güne kadar edindiğim kitapların bir kısmın ve nankör bir okuyucu olma hakkımı kullanıyorum: reşit olmayan sayfalarda ağzımın suyu akarak kitabı paketleyen satış danışmanına yan gözle bakıyorum ne yani kendime hediye olarak kitap satın alamaz mıyım? Elbette açıklama yapmam hem gereksiz hem de saçma.

 

Düşüncelerim saçma yerken duygularım da köpürürken… ve tüm sesleri b/astırdığım yoksa nereye kadar dayanır ki insan?

 

Tam teşekküllü bir hastanenin yangın merdiveni ne de olsa hasta yakını ya da hasta olma hakkımı bir kez elime tutuşturmuşlar artık hangi ara yolum düşerse olumlu bir satır başına ben de gözüne gözüne sokacağım o boşluğun ve tüm muteber sıfatları karıp sadece isimler yığacağım sayfanın tam da ortasına.

 

Tatsız bir reçel gibi akışkan içimdeki irin belli ki olmadık düşler kurdum zamanında ne de olsa hayallerin bana sunduğu tuzaklar tüm hayatım boyunca olup biten ve duyguların şeceresini filan çoktan kazdım derine.

 

Duygu ikmali yapan bir araba gibiyim tıpkı benzin yerine düş gücü ve imgeleme yeteneğine yenik düşüp hayatı duygularla g/ördüğüm.

 

Haşmetli olmasını gerektiren ne var ki yaşama isteğine de rest çeken yine de makul ölçüde yaşanır kılıyorum hayatı üstelik haydut bir resimde hoyrat bir kapışma sayesinde kimin dost kimin düşman olduğunu illa ki bellediğim.

 

Asfalta yapışan sakızın nihayetinde salonun ortasında yer bulduğu sanırım aklımın bağcıklarını henüz çözmedim ve bodoslama girdim güne ve konuya ki dirliğin mevcudiyeti pek uzak bir ihtimal soytarı bir esinti ile yaprakların çılgınca döküldüğü oysaki yaz modunda evren tüm kapışan cahil sözcüklerin genel bir sağlık kontrolünden geçip de askerliğe hak kazanması babında nöbetimden alsa taviz vermediğim bir hüzün tutanağına geçirirken içimdeki yılışık duyguları.

 

Karınca kararınca yaşarken içine düştüğüm kuyudan çıkıp da kurulanmalıyım ve tüm çekincelerimi ütülemeliyim.

 

Her hazan vakti olası bu sönen coşku belli ki rahmetin fazlasını saklamayı unuttum ve hepsini birden boca ettim seslerin frekansını ayarlayamadığım bir tonlamada kendi sesimden ürküp sadece kendime serzenişte bulunmam gerekirken müptelası olduğum her şeyin de yedeğini almayı unuttum.

 

Unutulan şarkının nakaratına serildiğim koca ömür ve telaffuz etmekte zorlandığım beyit beyit serildiğim sair mevsim tıpkı bir tabu olmanın verdiği rehavetle aklımın kancasına asılı bir dip not ile kendimi mukayese ettiğim bir önceki günüm ne de olsa sefahat bekçisi sözcükler ve yoldan çıkmasın diye her birini tembihleyip sıkı fıkı dost olduğum muteber kalemin de bana çektiği rest ile yüzleştiğim eski ben en çok kurcalayan aklımı.

 

Bir susku elbette gizemin en yakın tanığı.

 

Bir eskiz ise rahmetin iz düşümü.

 

Randıman almaksa hayattan bir koşut değil sadece bir sonuç tıpkı hak etmediğimiz ne ise içimizde saklı bir geçiş dönemi ve hakkaniyet yüklenip yaşarken de arz ettiğim tüm doğrular netice itibari ile yanlışların bagajında saklı iken seçenekler lakin çoktan vuruldu gonk ve zaman aşımına uğradı her şık üstelik soru olmayı reddeden imleci de yok sayıp ta başından başladık alfabenin.

 

Öğretici bir iklimde inzivaya çekilen güneşi bile daraltan karanlığın kumpası elbette kuşluk vakti yola düşen göçebe kuşların da intiharı iken kapıldıkları o akım ve yeniden derledikleri yol haritası.

 

Her konum attığımda başıma isabet eden bir taş gibi ve şimdi atmaya kıyamadığım o pirinç tanesinin bile bir rahmet olduğu bilinci ile sehven yenik düştüğüm bu alâmetifarikasında hayatın yeni bir maruzat arıyorum kendimi inandırmakla yanılmak arasında gidip geldiğim o devinim sayesinde öykündüğüm bir nihayet olsa da mutluluk odaklı bir seyrüsefer ve meşgule veren iç sesimin de kulağını çekiyorum.

 

Tam da şair kulağıma fısıldarken:

 

‘’Görünmez bir zaman

Görünmez bir uzak

Hayatı kirpiklerinden sessizce alır.

Ölüm…

Hepimiz senin için yaşıyoruz.’’