Hangi düş’ün yalnızlığında gizlisin en çok hangi rengin öznesisin ve en çok da umduğun mudur en azı duyumsayan sefil gölgelerin tutanağı iken karanlığa hükmeden bir öğreti elbet gecenin de vezni ve veziri şimdilerde yoksun kaldığım mutluluğa fırlattığım bir ok gibi, kubbesinde yalnızlığın şiirler örüyorum küçük adımlarla yaklaştığım huzura bir bir değerler atfediyorum en çok da kıblemde saklı umutla aş eriyorum güzel yarınlara…

 

 

Bir itirafsa mutluluk

Bir imla hatası ise aşk

İmha edeceğim dünün salkımlarında saklı bir hece

Devindiğim ömrün metruk yollarında

Gözümü sakındığım kadar pervasızım da:

En çok yazarken

En az da severken.

Bir imbat ise aşk

Bir nazenin sırdaşken hasret

Günü öğüten renkler

Bazense karambole giden dirhem dirhem

Büyüttüğüm acıların da kara kutusu

Hali hazırda infilak etmeden.

 

Öğün atladığım her kuşluk vakti

Kurduğum düşler de değil hem meali

Ne günü torbaya koyduğum

Ne de hüzün bohçamın perdesine saklanan

Gizin tevekkül yüklendiği

Ömrün güncesi.

 

Sezilerim…

Ezilebildiğim kadar da sevebildiğim.

Metruk bir hece ise aşk

Gizini deldiğim bir peçe

İzini sürdüğüm şunca dil şunca hece

Aksayan ayakları dünün

Günde saklı bir öykünün tek hayali

En çok da huzura düşkün bir ömür düşlediğim

Safran sarısı özlemin şerh düştüğü

Günden uzak geceye yakın

Gel gör ki karanlığın aydınlığa meylettiği.

 

Bir rakımsa aşk

Bir rakkase belki de hasretin tebdili kıyafeti

Pervasız rüzgârda saklı na’şı öfkemin

Hala gücüme gitmeden sevebildiğim.

Kuru başına hangi şiir gider ki?

Hüzünsüz peşrevi ile ihanet eden ömre

Dirayeti sınanan benlikte saklı hece hece

Üzerine serildiğim hayat denen mealde

Hali hazırda yanıtsız kaldığım son kare…

 

Elbet ben ve gölgem

Kabul görmekse tek arzum

Lütfedilen ömre hamt ettiğim kadar

Hali hazırda katık ettiğim şükür kantarı ve sabır

Olsam da kimi zaman akla zarar

Hiç olmadığım kadar duyduğum özlem huzura

Bir mevsimin ibaresi

Gel gör ki yazılmadı henüz Nisan’ın hikâyesi…