Hallaç pamuğu
Bir sözcüğün manifestosu ve oldukça
yaralı bir sözcük yamaları sökük dikişleri de patlamış iken o yaranın.
Yarenlik eden bir sözlük belki de
hicabın doruğunda bir evrenin evreleri ve kaybolmaya yüz tutmuş güneşin
kulağından çekip de sürüklediğim…
Kulağıma küpe yaptığım yıldızlar ve
kaçıncı gezegen olduğumu unuttuğum hele ki uydusu iken sevginin ve tek
maruzatım iken sevmek.
Huda’nın ol, dediği.
Bir kıble.
Bir minval.
Bir rakım.
Varamadığım.
Ve ulaşılması mümkün olmayan.
Hiçliğe gölge düşüren duygular belki
de varlığımdaki bunca kat izi.
Kat ettiğim yollar, serildiğim zemin
ve üzerinden atladığım çukurlar.
Ömür dediğin ne ki hem?
Lafügüzaf.
Hallaç pamuğu gibi didiklediğim mi
didiklendiğim mi yoksa diklendiğim…
Sözcükler pompalayan kalbim sonra
damarlarımdaki imgeler her an pıhtı yapma ihtimali ile tansiyonumun zirve
yaptığı.
Geçkin mi geçişken mi?
Kaçkın belki de ve gözlerimi
kaçırdığım.
İşte ruhum infilak etti bir kez daha
ve tüm günü derleyip toparlayıp tam da saadete kavuşacakken…
Tılsımlı bir sözcük peyda oldu sonra
büyülü bir ses ve mizansende dolunay bense dolup dolup taştığım ve şaşkınlığıma
mahal veren binlerce etmen.
Gayya kuyusu sık sık içine düştüğüm.
Metazori olmayan bir gülümseme
dilerken evrenden ve evren benden ne isterken bilemediğim bu anlamda beyin
fırtınası yaptığım bazense akıl tutulmasıyla tüm akil insanların önünde saygı
ile eğildiğim.
Vurucu bir imge rüzgârı tutuştuğum ve
tutulduğum.
Kaydım kuytum da yok madem hele ki
seneler evvel boşa düştüğüm elbet kimlik numaramı kayıt ettirmediğim için
kimliğime vatandaş statüsünden bile yoksun iken.
Yokluk ne ki hem?
Varlıksa bir var bir yok.
Bir masala denk düştüğüm belki de
masanın kırık ayağı ve bacak bacak üstüne atan ünlem işareti bense bir imleç
olma hayaliyle her günü sözüm ona güzel yaşayacağım inancıyla koşa koşa
geldiğim.
Kaçtığım ne ise bazense insanların
benden kaçtığı bu yüzden tehir ettiğim beraberlikler elbet insan neslinin son
örneği iken içimdeki turkuaz renkli o fırtına ve de içine saklandığım gök
kuşağı ve aralıksız ihbar ediyorum içimdeki bilinmezi ve bilindik ne varsa
sayıp döküyorum ruhumun güzergâhında bazen kanaviçe açılar var bazense tutukluk
yapan silahım-pardon kalemim.
Bir m/eziyet içimde saklı ve c/esaret
örneği aralıksız sorguluyorum kendimi ve yasıyorum ve yazıyorum ki yaşadığıma
emin olayım.
Akıl karı mı şimdi?
Öncemsizim çünkü öncemde sadece
okuyordum.
Sonrasızım belki de öncemi m/imleyip
an’ımı dondurup yarına şimdiden dikte ettiğim.
Harala gürele sevmekse maruzatım var
ya da başı olmayan masallara tutkunluğum ve sonumu filan da merak etmiyorum
çünkü içimdeki sayacın sonlanmaya niyeti yok asla.
Bir repertuar ise içimde saklı olan
iyi de ben hangi birini anlatırım da ömür yetecek mi b/akalım?
Gümleyen bir tümce ve gürleyen sesi
göğün oysaki evren süt liman ve insanlık hem inzivada hem içtimada.
Bir ses bombası iken içime düşen
elbet dile gelmeli sessizliğin sesi ve işte canımı en çok sıkan ve yakan.
Külliyen de doğru hani söylediklerim
elbet hayal gücüme yenik düşüp gözüm açık gördüğüm rüyaları sonlandırıp gözümü
kapadığım ve gözüm kapalı iken bile kolaylıkla gördüğüm gerçekler.
Akla zarar olduğum için belki de
rüzgârı yok sayıyorum hele ki rüzgârın da ta kendisi iken ve içimde uçuşan ve
de içimde ukde kalan yapraklar elbet içimde saklı yazılmamış romanın kopuk
yapraklarından kendime inşa ettiğim bir yeryüzü cenneti gözümden sakındığım
bazense aralıksız yakındığım…
Her anlamda.
Her bağlaçta.
Ve devasa ayracı sürükleyip bir
rüyadan diğerine sektiğim ve yaldızlı yolunda yalnızlığın içimdeki binlerce ses
ve mizaç bir bir dile gelip de kendimi yatırdığım o izafi ameliyat masası
sanırım kendimi deşmeyi be kesip biçmeyi de bir ömür sevmişken belki de
acılardan beslendiğime kani yorgunluğumu haraç mezat satmışken ve güncemden
kalan son sayfa günü hizaya getirdiğim ve aralıksız duyumsadığım kadar hayatı
da iliklerime kadar hisseder ve yaşarken hem de yaşatmak adına umudumu…
Çok çok teşekkür ederim