‘’Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür
hanım? Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı
görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek
kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan,
umuttan, sevinçten ne anlar? 

Yağmur yağıyor Ömür Hanım… gökten değil, yüreğimin
boşluğundan ömrümün ıssız toprağına… Ve ben sonsuz
bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi-
diyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka-
tından?’’(Alıntı)

 

Düşlerimin menzilinde ıskalanıyorum:

Bazen bir sözcük dileniyorum gök kubbeden bazense sıradan bir sessizlik sonra lal oluyor diliyorum bazense lakayt olduğum insan olmanın kibri değil kinayesi insanların ve işte çarmıha geriliyor ruhum.

Temkinliyim severken artık…

Artık yıl gibi dört senede bir tavaf ettiğim Şubat sonu.

Zemherilerde kayıtlı bir tarihim ben:

Hem içre dönük hem dış sesin muhakemesinin yerinden yellerin estiği.

Soytarı gülücükler ısmarlıyorum.

Sonradan görme sonradan sevmeyi bilmeyenlere…

Ah, elbet hibe ediyorum sevgimi kıt kanaat sevenlerin nazarında bir sevgi kelebeğim.

Oysaki yalan hepten yalan söylenen:

Çocuksu bir sevinç ve aşk ile yatıya kalıyor gizim, yatsı namazından sonra ise hayat duruyor ve sabaha daha çok var:

Ama terk etmiyor Yaratan beni ve korktukça tünüyorum ıssızlığın kıblesine ve ansızın doğuyor gecenin güneşi.

Mehtabı kıskanan yıldızlar ne ki?

Ümmeti ve serveti sevgi oldu mu insanın…

Zarar ziyanda oysa insanoğlu sevgiyi küçümsedikçe ve iplikleri pazara çıkıyor ne de olsa yürekler tezgâhta ve delişmen rüzgâr bir savuruyor ki sözcüklerimi…

Zinhar yalan.

Zinhar zarardayım.

Zinhar asılıyım gök kubbeye ve koptu kopacak kancam bazen zifiri karanlığa esir düşen gölgelere bakıyorum da…

Umarsız bir yeryüzü.

Aymazlığı yalnızlığın ve şebeke sistemi çoktan çökmüş insanlığın.

Kılık kıyafet de değil insanı insan yapan ya da kılıfına göre yalan uyduranlar…

Bir eziyet bazen yaşamak bir o kadar meziyet, sevginin baş verdiği her iklimde teslimiyetim şartsız koşulsuz Rabbime.

Büyüyen sessizlik çığ gibi.

Büyüyen acılar çağda saklı yalnızlık gibi.

Kıbleme yağan kar ve efsunlu sözcükler baş koyduğum hayat denen yolda sil baştan sevdiğim bazense soluk bir çiçekten nemalandığım ve ben ışığa hasretim ve aydınlığa ve yağmura ve rahmete.

Gönül kubbem ve hararetle severken.

Bazen bir yitim bazen ritim bozukluğu evrenin kol kanat geren sadece Mevla’m.

Dökümlü eteklerine bakıyorum da dünün ve olduğum yerde mıhlanıp kaldığım.

Asası aşkın.

İbaresi özlemin.

Ket vuran insanlar ve isyanları.

Göçebe duygularım ansızın soluyor.

Göç mevsimi için henüz erken.

Gümbürtülü yüreğim ve yolculuğum ve kat çıktığım rahmet ve koştuğum hidayet lakin…

Daha çok yolum var bilinmezin gıyabında bilindik olana takılı aklım: elbet Rabbin varlığı tek gerçek ve aciz benliğimle aştığım dağlar tepeler ne ki beni bekleyenin yanında?

Bir avuç su ise yaşamak.

Sular seller gibi sevdiğim ve yağan rahmet…

Geceyi delen gözlerin doğan güneşin.

Kıblemdeki huzur ve hazır ol da geçen ömrüm…

Günlerden bu gün belki de sona erecek eziyetin yerine yüzümde güller açacak öyle ki solmaya da değer hani sevmek ve yaşamak ve bilmek yeniden açacağını yüreğin goncasının.

Seferisiyim duyguların ve seyyah yüreğimle kokladığım kadar hayatı cennet kokuyor yaşamak elbet bir adım sonrasını tek bilen sadece O iken…