Göçük altinda kalan sözcükleri̇m
Düşlerin bir ırkı yoktu ki.
İşte düşeş geldi yeniden ve yeniden
bir düşe yolcu olacağım tuttu gelin görün ki radarıma takılan bunca gerçeği
bunca sıkıntıyı kale almadan olur mu? Yine de bir düşe düşmeli yolum sonra da
bu düş bir aşka düşmeli belki de ben iken düşen gözünden aşkın içimdeki sayaç
da aralıksız çalışırken kocaman bir es vermeliyim hayata belki de hayat
sonlanmaya dair bana muzipçe kırparken gözlerini, görmezden gelmeliyim her şeyi
en azından bir düşün içinde yaşıyormuşçasına.
Bir satır aralığında ansızın hâsıl
olan o parantez ve hurra, içine dalan sözcükler belki de metnin özetidir ya da
meali her açmaza girdiğimde bir düş edindiğim belki de bir rütbedir düşbaz
kimliğim.
Mutluluğun bir rivayet olduğunu
bilmek mi yoksa mutluluğa ket vuran yoksa objektif bir bakışla mı nemalanmak
hayattan ve gerçeklerden?
Ve işte içime inşa ettiğim o tüp
geçit sadece düşlere geçiş hakkı tanıdığım ve kulaklarıma çalınan söylemler:
Meğerki hayat bir dert küpüymüş.
Küpümü de dolduramadığım bir ömür
sanırım dünyevi kazanımın gözümde asla önem arz etmediği gelin görün ki
dertlerle dolup taşan.
Şimdilerde sözcüklerin eşlik ettiği
ve ruhumdaki alyuvarlar sahipsizlik iken rücu eden ve bedenimdeki ağrılar
ruhumda ayyuka çıkarken…
Gözlerinden öptüm gecenin: o ise
alnımdan.
Ve alnıma düşen perçemi rüzgâr
savurdu çünkü içimdeki mevsimdi rüzgârın öykündüğü aslında ben rüzgârın ta
kendisiydim üstelik hangi mevsime öykündüğümü ben bile bilmezken.
Göçük altında kalan sözcüklerim ve
çocuk ruhum.
Çocukluğumun çıtasını ise hala yüksek
tuttuğum yine de yetişkin kimliğimle ödün vermediğim belki de gerçeklerin değil
düşlerin beni ödüllendirdiği.
Düş cennetinde bir yakamoz olmanın
sırrına vakıf ve denizin de mavisinde coşan bir gök kuşağı belki de gök
kubbeden ödünç aldığım ve evrenin bana tanıdığı dokunulmazlık ve bir tık ileri
gidiyorum ve bir imla hatasına denk düşeceğimi bile bile diyorum ki:
Her yazdığımda saklı iken
okunulmazlık ve işte cendere içinde yaşadığım hayatı ütüsüzce seriyorum
okuyucunun ayaklarına.
Balta girmemiş ruhumun ormanlarında
ben bir ağaçtan diğerine savrulurken ve yüreğimdeki aslanın yelesine bürünen
sözcüklerim yetmedi kat çıktığım düşler yetmedi gerçeklerin bana kestiği
fatura.
Sözlendiğim her yeni günde yeniden
yola düştüğüm belki de özlediğim mutluluğun arifesi bildiğim elbet yeni günün
özlemi ve umudu ile döşendiğim kadar serildiğim hurafeler.
Sancılı bir eksen.
Bir manevra ansızın.
Bir yükse ağırlığından belimin
büküldüğü elbet bükemediğim el ile tokalaşıyorum ve sadece hayallerimi alnından
öpüyorum belki de bir bulutun edasıyla beyazlığımı sakınıyorum kem gözlerden ve
hangi sapakta neye son vereceğimi de bilmezken.
Öznem nasıl da aşikâr en çok öznemsiz
geçen dünlerin hatırına kürediğim o içimde saklı gizli özne izini sürdüğüm ve
günbegün bulduğum yine de çoğu şeye bir çözüm bulamazken öznemle kala kaldığım.
Göğün amblemi işte Kutup yıldızı
bense öğretilerin b/eşiğinde bir kuyruklu yıldız gerçi önceleri yıldız olma
vasfımla içli dışlı değilken artık biliyorum ki bir yıldız kadar da uzağımda
duruyor mutluluk ve umudun albenisi kayboluyor zaman zaman.
Ne zamanki nutkum tutulsa sönüyor
yıldızım soluyor çiçeğim.
Ne zamanki dokunsam sözcüklere ruhum
semiriyor işin ilginci kendime sunduğum emirlerle seviyorum da ruhumun
emirlerini yerine getirmeyi en çok da beynime kurduğum o mekanizma elbet alt
belleğimde saklı ne var ne yok dökülüyor bir bir ne zamanki yaz, tuşuna basayım
ve işte aklımın yazıcısı binlerce düşler görüp binlerce cümle yazmak istiyor.
Seyyah benim mizacım.
Azıcık sıra dışı.
Sehven ölüyüm belki de en çok gerçekleri
kabullenip düş de görmediğimde biliyorum ki ölümün ta kendisidir sunmadığım
hayal sepeti.
Umudun ferinde asılı bir lamba belki
de aralıksız şarj olan lakin dünya ne zaman acımasızlığı ile gelse üstüme tüm
ışıklar karanlığa meylediyor ve tüm düşlerimi uzay çöplüğüne boşaltıyorum belki
de şiarımdır umut belki de sefasını sürüyorum kalan ömrümün ne zamanki umudu
yüklensem ve geçirsem üzerime.
Bir handikap bazen hasıl olan.
Bir rivayetse dile gelmeyen.
Belki de kendime ihanetimdir
sessizliğim ve suskunluğum ve pes etmişliğimle hayata ve coşkuma devasa bir es
sunduğum ve işte sessizlik bürüyen ve kabullendiğim elbet hayatı toz duman eden
haletiruhiyem ile kibirli bir ceza iken düşen payıma üstelik kendi ellerimle
kendimi cezalandırdığım.
Ket vurduğum ne çok şey dile
gelmeyen.
Ölümün rüzgârı bazen üşüten.
Yorgunluğun ruhuna itaat edip köşeme
tamamen çekildiğim.
Bir lenduha ise bir yerlerde saklı
belki de iklimin şaşkınlığı hele ki Aralık, o aralık kapıdan gördüğü mevsimi
bahar sanırken oysaki Aralık iken mevsimin en soğuk aylarından biri ve işte kış
güneşi bile benim gibi hayallere kapılmışken.
Muzip bir tınısı var bu günlerde
hayatın da mevsimin de.
Aslında acılar saklı hücrelerimizde
ve hanemizde ve işte kemikleri dahi ısıtan sıcak bir gülüş ve içten bir vaveyla
aslında şakıyan kış güneşine yatkın bir sıcaklık iken beklediğimiz aslında
kurak ve acılı geçen bir yılın da son günlerinden bir imla hatasıymışçasına
hayat ve öykündüğümüz ne ola ki?
Elbet yeniden dokunmak umuda.
Sarkacı bozulmuş olsa da içimdeki
umudun.
Bir nüans iken neşeli bir sözcük
aslında azığa aldığımız pek çok şeyin bekasını özlemle biçerken.
Muradımız yeni yıldan ve yeni günden.
Bıçkın rüzgârlar içimizde esen.
Zor geçen bir senenin zor geçen şu
son ayın da sonuna doğru ilerlerken.
Bir keşiş gibi belki de.
Ezilip b/üzülmeden sevmeyi de şiar
edinmişken hem.
İçimize dönük yüzümüz aslında
dışımızda saklı bir dünya ve de tehdit dolu bir dünyanın son bulup eski günlere
dönme özlemi lakin bir farkla: daha adil daha sevecen daha hakkaniyetli insanlar
olacağımıza da şerh düşmek kaydıyla.
Şaklaban bir mevsim işte kışı bahar
belleten ve kış güneşine nazire yapan şaşkın Aralık en çok da rahmeti
özlediğimiz ve yeni yılı gözlediğimiz.
Gerçekler serili evet.
Hayaller ise bir adım sonra.
Umudun bekası en çok da hayatın
eşrafı iken hayaller ve mutluluk odaklı devasa bir gülümseme dilerken evrenden
ve kâinatın da buna kayıtsız kalmayacağını umarken…
Seyyah bir gölgeden çıkıp da yola
sefasını sürmek düşlerin düşe kalka yürüdüğümüz şu ışıklı yolda bazen karanlığa
maruz kalsak da en azından içimizi ve yarınları karartmadan mutlu bir gelecek
dilemek adına.
Zor olsa da bazen.
Ama zora da düşkünken insan.
Bir düşe düşüp de yolumuz ve o düş
bir de aşka düşmüşken yeter ki başımızı düşürmeyelim öne