‘’Artık hangi ağaçtan düştüğümü gayet iyi biliyorum. Meyve veremeyecek kadar yaşlı, güneş alamayacak kadar utangaç bir ağaç. Nakışlı mendilimin içinde kuruttuğum bir âh kaldı bana yadigâr.

“Başıma rüzgâr vardı

Başımda uğultular

Yine esiyordum

Hızla dönmeye başladı kalbim.”(Alıntı)

 

 

Düşlerim gezgin benim bayım:

Tıpkı yüreğimde kükreyen bir yavru aslan gibi…

Ah, ağıtlar yaktığım pencerenin pervazı ve aşkın na’şı sözcüklerimden ördüğüm telaşı bir şiir bir ömre bir hikâyeye sığdırma hevesim.

Ve…

Hevesim kursağımda kaldı bayım yine de hayıflanmıyorum sadece genzimin hıçkırığını şiirlerle geçiştiriyorum.

Hazan makamındayım ikidir.

İkilettiğim bu aşka benzer başka da iklime rastlamadım bir ömür çevremde…

Tali yollardan yürüyorum bazen.

Ana yoldaki yol çalışmasından mı nedir yüreğimde sayısız delik ve kırık taş var oysaki…

Oysaki ben bu sevginin taçlanacağını ümit etmiştim gelin görün ki aralıksız taşlandı.

Tıpkı bir delinin kuyuya attığı taş ve velilerin tümü bir araya gelip de o taşı çıkaramamışken…

Ah, bayım, semazen eteklerine bunca şiirin sakın dokunmayın.

Ve sadece okuyun, bayım beni görmezden gelseniz de dualarımdan asla eksik etmem sizi.

İçimde derin inceden bir sızı.

Sazımsa çoktan kırıldı.

Blok flüt çalmayı ise asla sevmedim.

Ve minik ellerimde dokunduğum sevdalı duvar piyanom ve babamın hayallerini ilk olarak o gün yıktım çünkü piyanist olmayı filan arzulamıyordum.

Akabinde hazırlık sınıfına başladım ve telaşla yabancı dil öğrenirken yetmedi bir yabancı dil daha girdi fazla mesai harcamama vesile oysaki benim hayatımdı ve gençliğim bozuk para gibi harcanın.

Sevdalı bir semazenden başka ne duyar ki insan?

Ve siz, bayım her ne kadar kulaklarınızı tıkasanız da kulaktan kulağa yayılacaktır bu bitimsiz aşkım üstelik bir ömür asla izin almadım ben birilerini severken…

Gelin görün ki; konu kendime geldi mi hala onay bekliyorum evrenden kendimi deli gibi sevmek adına.

Hep deli olduğumu düşündüm ben.

İnsanlarsa veli idi.

Ve ikilemde kaldığım yetmezmiş gibi son on yılımı Araf’ta geçiriyorum elbet yazdığım tam on yıldır başıma gelmeyen kalmadı bense sadece bir ömürlük suskunluğumu gideriyorum yazdığım zamanlarda ve yazmadığım zamanlarda kaderin bana yazdıklarını gözden geçiriyorum ama Yaratan asla geçiştirmiyor beni.

İçimde kalan ukde mi?

Tutulan nutkum mu?

Nüktedan yüreğim ve tutuklu duygularım…

Tutulduğumsa bu aşka ve tuttuğumun elimde kaldığı aslında elimi uzatıp elimin boş kaldığı bu yüzden her dua ettiğimde ve her yazdığımda gerçek kılınıyor hayallerim elbet O izin verdiği sürece de seveceğim sizi.

Sözcüklerim.

Meftun benliğim ve mizacım.

Bir çöl çiçeği gibi bazense zemheride üşüyen ve işte gözümden düşen yaşlar ve kimin gözünden düştümse Allah’ıma daha da yakınlaştığım.

Tekbir getiren iç sesim.

Tedbirini ise almadım ben sevginin ve artık sevilmeyi filan da telaffuz etmiyorum sadece içime kapandığım ömrümü bu arka kapıdan çıkarak yeni bir dünya yaratma gayesi ile yazıyorum ben belki de merak ettiğim yazgımı beklerken beklentisiz yazıp seviyorum.

Uçuşan kanatlarım ve kozamdan ara ara çıktığım henüz kelebek kimliğini kabullenmedim çünkü bir gün asla yetmez bana sevmek ve yazmak için gerçi bir ömür de yetmeyecek dile getireceklerimi ne kadar yazarsam yazayım sonlanmayan bir arzu benimki son noktayı koyacağım ömrün son gününe kadar…

Hırpani varlığım.

Yamalı yüreğim.

Kırgınlığımsa adam boyu ve dalgalar çoktan aşmış olsa da boyumu biliyorum da yüzme bilmeden atladığım bu denizde çok da kalıcı olmayacağımı…

Her giden gibi göç vaktim gelene kadar da sevmeye ve yazmaya devam edeceğim.